Ord. Prof. Dr. Ali Fuat BAŞGİL
DEMOKRASİ YOLUNDA (İstanbul-2017)
1. “Önce hak ve hakikati öğren, hakikatın ehlini de bilirsin.” (Hz. Ali (ra))
2. Demokrasi terbiyesinin ahlakî formülü: “Hürriyeti, iyiliği ve adaleti sevecek, istibdat, kötülük ve zulümden nefret edeceksin. Yalnız nefret etmekle durmayacak onunla mücadele edeceksin. Muktedir isen elinle ve kolunla; değilsen sözlerin ve yazılarınla, buna da muktedir değilsen kötülük ve zulüm yapanlardan yüz çevirecek ve onlara selam vermemek suretiyle mücadele edeceksin.” Vatandaşları böyle olan bir memleket ne kadar bahtiyardır. (s.14.)
3. Hükümet, “hüküm” mastarından türeyen bir kelimedir. Anlamı, fitne ve fesadı önlemek, ihtilaf ve nizaları kaldırmak; hürriyet, adalet ve hakkaniyeti hâkim kılmaktır. “Hâkim, hâkimiyet, mahkeme, mahkûm, hakem, tahkim, muhkem, tahakküm, ihkâm, istihkâm, müstahkem” kelimeleri hep hüküm kelimesinden türeyen kelimelerdir.
4. Hakimiyet, adalet ve hakkaniyet esası üzere hükmetmek demektir. Hükümet adamı, bu konuda yetki ve selahiyet sahibi kişi demektir. Vazifesi hürriyet ve adaleti sağlamaktır.
5. Toplumda hükümete ve hakkaniyetle hükmedecek yönetime ihtiyaç vardır. Hükümet bu yetkiyi ya halkın rızası ile veya veraset yoluyla müktesep bir hakka dayanarak veyahut zorbalık, hilekarlık veya işgal yoluyla elde eder. Halkın sarih rızasına dayanan hükmetme yetkisine “Demokratlık” halkın rızasın almaksızın hodbehot iktidara gelen hükümete “otokrat hükümet” “otokrasi” “mutlakıyet” denir.
6. Otokratik hükümetler farklı şekillerde iktidara gelse de ortak özelliği halkın rızası ile bu makama gelmemeleridir. Bunlar da iki tiptir: Hükümranlık ve diktatörlük. Hükümdarlar adil de olur, zalim de… Zalim olanlarına “diktatör” denir. Hükümdarlar da zapt ve işgal yoluyla iktidara gelirler ve gitmezler. Bir hükümdar ölünce yerine varis olarak evladı gelir. Böylece babadan oğula geçerek devam eder. Hükümdarlık ancak devletin bir başka devlet tarafından yıkılması ile ortadan kalkar.
7. Otokrasinin ikinci şekli olan diktatörlüktür. Bir ülkenin büyük bir mağlubiyeti, siyasi ve içtimai kargaşalık ve tehlikeye girmesi sonucu cür’et ve cesaretine güvenen birinin halkı ayaklandırarak mevcut hükümeti devirmesi ile veya hile yoluyla hükümet adamlarını aldatıp yönetime ihanet ettirmesi sonucu iktidarı gasp etmektir. Bu da ya “ihtilal” veya “hükümet darbesi” ile ortaya çıkar.
8. Yönetime talip olup seçimle ve çoğunluğun onayı ve rızası ile iktidara gelen ve kanun hakimiyetini sağlamaya çalışan, hükümet üyeleri, kurul ve kurumlarla ve halkla istişare ederek adaleti sağlamaya çalışan hükümetlere “Demokratik Hükümet” ve yönetimlerine de “Demokratik Yönetim” denir.
9. Seçim hakkının dar veya geniş tutulmasına, seçimlerin tek veya çift dereceli olmasına, hükümet adamlarının hepsinin veya bir kısmının seçime tabi olmasına göre demokratik hükümetler de faklı şekiller arz eder.
10. Demokratik seçim yoluyla iktidara gelmek demokratik yönetimin birinci basamağıdır. Ondan sonra önemli olan iktidarda hükümetin göstereceği tutum ve tavrın demokrasiyi güçlendirecek, hürriyet ve hukukun üstünlüğünü sağlayacak şekilde devam etmesidir. Demokrasi seçim sisteminden ve halkın oyu ile iktidara gelmekten ibaret değildir. İktidarı kullanış tarzıdır. Demokratik bir hükümet vatandaşların hürriyete ve müsavat haklarına riayet ettiği nispette demokratiktir. Demokratik hükümet iktidarı hukuk prensipleri ve insan hakları üzerine kurulan bir hükümettir. Bunlardan vazgeçtiği zaman demokrasiden vazgeçmiş ve diktaya yönelmiş olur. (s. 13-23.)
11. Her dönemde ve her ülkede hükümetler vardır. Hükümeti demokratik yapan hür seçimlerin ve hür muhalefetin bulunmasıdır. (Süleyman Demirel)
12. Mutlak hükümdarlıklarla diktatörler arasında esaslı bir fark yoktur. Birer dar sınıf ve zümre menfaatine dayanan bu iki sistemde de yönetim usulü birdir. Yerine ve zamanına göre kamuoyunu bazen uyutarak, bazen parçalayarak, çoğu zaman korkutarak yıldırmak suretiyle hakimiyetlerini devam ettirirler. İcraatları genellikle halkı avutmak ve uyutmaktır. Eskiden halkı uyutanlar dinini dünyaya satmış Allah’tan korkmayan riyakâr din adamları olmuştur. Modern diktatörlerde ise, matbuât, reklam ve neşriyat, zayıf karakterli dünya menfaati için ilmini ve şahsiyetini kaybetmiş ilim adamları, hukukçular ve halkı uyutan radyo propagandalarıdır. (1967 yılında vefat ettiği için onun zamanında TV ve İnternet yoktu.)
13. Mutlakıyet ve dikta rejimlerinin yönetim usulü kolayca hükmetmek için toplumu bölmek ve parçalamaktır. Efkarı ve kanaatleri parçalamak, menfaat odaklarını birbirine düşürmek, sosyal hayatta sınıfları ve insanları birbirine düşürüp birbirlerinin düşmanı ve casusu yapmak, fikir ve kanaatlerin birleşmesine asla meydan vermemektir. Bu rejimlerin en korktuğu şey fikir birliği ve insanların bir araya gelip zulümlerine karşı mücadele etmeleridir. Çünkü birleşen fikir ve menfaatler kar topu gibi yuvarlandıkça büyür ve büyüdükçe önünde durulmaz bir güç haline gelir. Bu sebeple dikta rejimlerinin diktatörü mitolojik bir şahsiyet haline getirecek, putlaştıracak bir kahraman yapacak dinini dünyaya satan din adamları ve ilmini paraya satan ilim adamları vardır. Onların propagandasını yaparak efkâr ve kanaatlere hâkim bir mertebeye yükseltirler. Almanya’da Führer’in Allah’tan ilham aldığı ve İtalya’dan Duçe’nin Roma’nın en mükemmel bir dâhi olduğuna halk inandırılmaya çalışılmıştır. (s.33.)
14. İster hükümdarlık ister diktatörlük şeklinde olsun bütün oligarşiler, çokluğun zararına olarak daima azınlık sınıfın hizmetkârı ve bu sınıfın menfaatlerine çalışırlar. Oligarşinin temel felsefesinin özünü Eflâtun’un “Bilgeler Cumhuriyeti” idealinden alır. Bu felsefeye göre “Hükümet işi ehliyet ve ihtisas işidir ve bilgelere aittir. Halk bu ehliyet ve bilgelikten mahrumdur. Düşkün, cahil, sefil, idare edilmeye muhtaç avamı yönlendiren ihtiraslarıdır. Bunların idaresi ve iyiye yönlendirilmesi bilgin ve ehliyetlilerin hakkıdır. Yönetim işini onlara sormak sefalet ve cehalette bir nur aramak ve sözü ayağa düşürmektir. Seçkinler bir milletin önderleri ve rehberleridir. Halka yakışan bu bilge yöneticilerin ardı sıra yürümek, itaat etmek ve emirlerine baş eğmektir.”
Şüphesiz bu düşüncenin doğru tarafı vardır. İlim, maharet ve seçkinlik bir fazilettir. Bunda şüphe yoktur. Ancak, halkın reyini ve rızasını almaksızın idareyi ele geçirenler gerçekten ilim ve ehliyet sahibi midirler? Bunun ölçüsü nedir? Roma’yı ateşe verip kızıl alevleri seyrederken mest olan Nero Claudius kendisini Roma’nın en bilgini ve Roma’nın varlık sebebi görürdü. Etrafındakiler de onu öyle bilirlerdi. Ama halkına büyük acılar yaşattığı bir gerçekti.
Bir memlekette liyakatli seçkin bilge idarecileri bulmak ve yönetime getirmek önemlidir. Oligarşi buna hem müsait değildir hem de muktedir değillerdir. Oligarşinin hâkim olduğu bir ortamda ehliyetli olanlar yetişmez ve yaşayamazlar. İktisadi hayatta para nizamı bozulursa geçer akçelerin yerini çürük paralar alırsa, siyasi hayatta da düzen bozulunca ehliyet değil, Mevlânâ’nın dediği gibi ‘Karganın istila ettiği gülistanda bülbüller siner ve yuvalarına çekilip susarlar.’ Böyle bir rejim ehliyetli insanları değil, ihtirasa sahibi menfaatçileri ve yönetime yaltaklanan beceriksiz yağcıları iş başına getirirler. Bunlar hem kör hem de kıskançtırlar, çünkü hürriyet düşmanıdırlar. Memleketin başına ehliyetli seçkinlerin gelmesi oligarşinin yıkılması demektir.
Ehliyetlileri tanımak ve iş başına getirmek için buna ihtiyaç duyan başka bir felsefe ve mantığın, başka bir siyaset ve hayat felsefesinin ortaya çıkması gerekir. Yönetimin belli bir oligarşik idareden kurtulması, belli sınıf ve zümrenin menfaatine ve görüşüne değil toplumun tamamına veya çoğunluğun menfaatine uygun işlemesi için demokratik anlayışın ve düşüncenin toplumda hâkim olması lazımdır.