Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL
1. Oligarşi ile demokrasi gece ile gündüz gibidir. Gündüzün aydınlığını tanımak için gecenin karanlığını ve kasvetini görmek gerekir. Hürriyeti anlayabilmek için diktayı ve istibdadı yaşamak gerekir. Demokrasi hürriyetçi biz zihniyet, bir terbiye ve bir bahar iklimidir. Demokrasi insanın manevi ve fikrî gelişimini sağlayan değerler mecmuası, yüksek bir hayat ve saadet hayaline uzanan bir idealdir.
2. Demokrasi halkın ekseriyetinin seçtiği ehliyetli ve seçkinlerin temsili esasına dayanan bir yönetim sistemidir. Oligarşi azınlık sınıfın ve zümrenin görüş ve menfaatlerine hizmet eden bir sistemdir. Demokrasi ise bilakis geniş halk kitlelerinin içinden çıkan anonim bir ekseriyetin fikir ve kanaatleri üzerinden toplumun menfaatini gerçekleştirmeyi hedefine koyan bir yönetim sistemidir. Bu sistem en aşağı bir işletmenin işleyişinden devlet reisliği makamına kadar bütün idari hizmetleri kapsar ve her nevi inhisar, irsiyet ve imtiyaz fikrini kökünden nefyeder.
3. İngiltere’de krallık vardır; ama hükümet etmez, saltanat sürer. Milli veya emparyel birliğin asırlar boyunca devamını temsil eden tarihi ve temsilî bir sembol bir remiz hizmeti görür. (Bu sebeple İngiltere’deki krallığı demokratik krallık olarak göremeyiz der.)
4. Oligarşik idareler gibi demokrasiler de saf ve dejenere şekilleri alabilir. Demokrasinin saf şekli yalnız kuvvet ve salahiyetini hakiki ve yalansız bir ekseriyetten, yani siyasi hürriyet ve müsavât esasları dairesinde teşekkül eden bir ekseriyetin elinde bulunduğu bir hükümettir. Demokrasinin tereddi ve tefessüh etmiş şekli ise demogojidir. Demogoji aldatılmış ve ifsat edilmiş bir ekseriyeti basamak yaparak yükselmiş ve sırf hayvânî hırslarını tatmin için hükümet makinesini ele geçirmiş ayak takımı şarlatanların idaresine denir. Diktatörlük oligarşilerin bir yarası olduğu gibi, demogoji de demokrasilerin bir belâsıdır.
5. Demokrasinin dayandığı ekseriyet bir sınıf hakimiyeti ve ekseriyeti değildir. Çiftçi ve işçiler bir ülkede ekseriyet teşkil etse bile, sırf çiftçi ve işçilerin menfaatlerini temsil etmek üzere teşekkül edecek bir hükümet demokratik olmaz. Bir sınıf hükümeti olur. Demokrasi her nevi imtiyazı olduğu gibi sınıf imtiyazını da reddeder. Demokraside “İşçi Partisi” gibi belli bir sınıfı temsil eden partiler bulunur, ancak bu partiler de sırf meslek adamlarına açık ve başkalarına kapalı bir sendika değildir. Partinin ana fikirlerini benimseyen her vatandaşa açıktır. İktidar olduğu zaman sadece işçilerin menfaatlerini takip etmez.
6. Demokrasilerde ekseriyetin herhangi bir şekilde imtiyazlı bir grup ve bir teşekkül olmaması şarttır. Ekseriyet her meslek, sanat ve vaziyetten herkese açık ve herkesin hür düşüncesini ifade edeceği partilerin olduğu bir yönetim şeklidir. İşte bu şartlar altında teşekkül eden bir ekseriyet partisi hükümeti olmak itibarıyla demokrasi meslekî menfaat ekseriyetine dayanan sendikalizmden ve hükümet kuvvetiyle desteklenen tek parti rejimlerinden ayrılır.
7. Bir milletin bütün fertleri aynı fikir etrafında toplanmaz. Toplum farklı din, dil, mezhep, köken, meslekî teşekkül, sınıf ve anlayış farklılıklarından oluşur. Bu da insanın kabiliyetlerinin ve ihtiyaçlarının farklılığından kaynaklanır. Bundan toplumda yardımlaşma meydana gelir. İnsan medeni bir varlıktır ve medeniyetin teşekkülü de bu şekilde olur. Peygamberimiz (asm) bunu “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” hadis-i şerifi ile çok veciz ifade etmiştir. Siyasi partiler toplumun bu farklılığından kaynaklanır. Bundan dolayı muhalefet partileri meşrudur ve toplumun belli kesimlerinin ihtiyaçlarını dile getirirler.
8. Demokrasilerde fikir ve kanaat grupları, yani partileri hem hükümet ve idare için birer hazırlık ekibi, hem de siyasi mücadelede birer disiplin kadrosudur. Partiler cemiyet bünyesinde tabii bir surette mevcut olan fikir ve kanaat akışlarının gruplaşması ve disipline edilmesi halidir.
9. Hükümetin icraatının millet menfaatine olmasının teminatı nedir? Bunun teminatı hükümet gücünün tek bir şahsın veya bir zümrenin elinde ve idaresinde olamaz. Olsa icraatta ve alınan kararlarda ciddi müzakere ve ciddi münakaşanın yeri olmaz. Bilakis kararlar indî, şahsî ve diktatöryal bir görüşün hakimiyetinde olduğu için memleketin ve ekseriyetin faydasına yönelik olmaz.
“Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.” Bu umumi bir kuraldır. Buna göre her meslek ve sanat sahibi kendi sanat ve mesleğini daha iyi bilir. Bir çiftçi marangozun işinden anlamaz. Bir arıcının işini memur yapamaz. Hükümet adamları da halkın iyiliğini ve menfaatini o işleri bilene sormadan bilemez ve bilmediği konuda aldığı kararlar isabetli olmaz. Her yönetim halkın menfaatine çalıştığını iddia eder. En müstebit ve zalimler de “Memleketin menfaati” “Milletin selameti” için yaptığı iddiasındadır. Tarihte diktatörler baskı yönetimlerini hep milletin menfaatine yaptığını iddia ederek milleti perişan etmişlerdir. II. Abdulhamid seneler süren istibdadına meşruiyetini “Millet-i Necibe-i Osmaniye”nin selametinde aramıştır. İttihat ve Terakki hükümeti zorbalık rejiminin kapısını ve “Sopalı Seçimleri” milletin selameti kelimeleri ile süslemişlerdir. Hürriyet adına Türk istiklaline ve istikbaline ihanet edilmiştir. Kabe’ye kimi haccetmek, kimi de hacıları soymak için gider; ama sonuçta dönerken herkes “Ben hacıyım” der. (Demokrasi Yolunda, s.40-46.)
Hükümetin icraatının milletin hayrına işlediğinin delili, işlerin tedbirinin halk tarafından istenmiş ve benimsenmiş olmasıdır. Yoksa sinema şeritlerinde, propaganda reklemlarında ve sindirilmiş gazete ve radyo yayınlarında değildir. Milletin menfaati siyasilerin nutuklarında ve demeçlerinde de değildir. Bu teminat halkın mutluluğunda ve memnuniyetindedir. Bu da alınan tedbirlerin yapılan işlerin memleket halkının isteği, desteği, açık reyi, hür iradesi ve rızası ve tam muvafakatıyla benimsemiş olmasındadır.
Milletin hayatında yaşadığı sayısız tecrübeler göstermektedir ki halkın ekseriyetinin iyi ve güzel gördüğü işler o memleketin hayrına olmuştur. Kötü gördüğü ve istemediği işler de o memlekete mutlak surette kötülük getirmiş, zarar doğurmuştur. Bu sebeple “Vox Popili, vox dei” yani “Halkın sesi Hakkın sesi” denilmiştir. Peygamberimiz (asm) de “Ümmetimin iyi ve hayır gördüğü şey Allah katında da iyidir” buyurmuşlardır. Halkın baskı ve korku altında değil, hür iradesi o kadar keskin ve ilâhîdir ki ortaya koyduğu harikalar karşısında en keskin zekalar ve sivri akıllar dahi hayrete düşerler. Bunun ön şartı “Hürriyet”tir ve toplumun vicdanlara baskı yapılmadan hür iradesini kullanmasıdır. Demokrasinin mantığı ve güzelliği buradadır. Demokrasi halkın sesini ve vicdanını, ihtiyacını ve isteklerini yönetime yansıtan bir sistemdir. (Demokrasi Yolunda, 46-47.)
10. Demokrasilerde kanun koyucular ve yüksek hükümet erkanı halk içinden seçilmekte ve seçimde en fazla oy alanlar kazanmaktadır. Kanunlar mecliste müzakere ve münakaşalardan sonra çoğunluğun reyleri ile kabul edilmektedir. Hükümetler de halkın ekseriyetinin rızasına dayanmakla iş başında kalmaktadırlar. Hülâsâ “Ekseriyet” prensibi demokrasinin bel kemiğini teşkil etmektedir.
11. Demokratik yönetimin başarısının ve beklenen faydayı temin etmesinin şartı, her türlü fesat ve entrikadan, endişe ve korkudan uzak olarak yapılacak tertemiz bir seçimle, sarih ve açık ekseriyetin teşekkül etmesidir. Bu şartı yerine getiremeyen, getirmeye terbiye ve olgunluğu müsait olmayan memleketlerin demokrasi tecrübesine girişmesi bir felakettir. Siyasi olgunluğa ulaşmayan bir ülkenin kaderi ya oligarşi tekmesi altında inlemek veya demagoji bataklığına saplanıp kalmaktır. (Demokrasi Yolunda, s.48.)
12. Toplumda farklı fikir, inanç ve anlayışlar ve ihtiyaçları giderecek olan meslek grupları vardır. Aynı görüş ve meslekte olanlar “bil-kuvve” gruplaşma içindedirler, “bil-fiil” de teşkilatlanırlar. Kendi liderleri etrafında birer siyasi parti teşkilatı meydana getirirler. Hür fikir, kanaat ve münakaşa sahası ekseriyet kazanmaya çalışır. Gruplardan hangisi halkın ekseriyetinin desteğini kazanırsa devlet organının ve hükümet işlerini ekseriyetin doğru ve hayırlı gördüğü istikamette yürütür. Bu “Halk için halka rağmen” değil, “Halk için halk tarafından” da değil, “Halk için halkın ekseriyetinin seçtiği temsilcilerle çoğunluğun rızasına uygun icraat yapan hükümet” formülüdür. Buna “Temsilî Demokrasi” denir.
13. Demokraside ekseriyetin ölçüsü %51’dir. Bu durum %49 olan ekalliyetin ekseriyete tabi olmayı netice vermez mi? Bu da bir nevi oligarşi değil midir? Demokrasi oligarşiden ayrıdır, hak ve hürriyetleri hâkim kılar. Bir defa demokrasinin hakimiyeti oligarşinin dayandığı sınıf ve zümre hakimiyetinden farklıdır. Ortada kapalı bir menfaat inhisarı yoktur. Bilakis hür fikir ve kanaat çarpışmasıyla serbestçe teşekkül eden daima seçimlerle, parti ve teşkilat seçimleriyle değişime, dolup boşalmaya müsait, başkalarının da görev almasına imkân sağlayan bir yapıdır. Yapabilen gelir, yapamayan gider. İktidarda kalması ekseriyetin oyunu almasına bağlıdır. Bu da devamlı değildir. Bu sebeple her zaman değişime tabidir. Bu durum otoriterleşmeye engeldir.
Ekseriyet prensibi demokratik ruh ve terbiyenin yalnız belirlenme vasıtası ve demokrasi görüntüsünün gerçekleşmesi şartıdır. Hükümet nasıl olursa olsun bir amaç değil, araçtır. Araç ise onu kullananın ve amacına götüren insanların terbiyesine ve ahlâkî değerlerine bağlıdır. Bu insanlar yalnız ekseriyete mensup oldukları için meşruiyet kazanmazlar.
Ekseriyet, çoğunluk olduğu için ahlâkî ve insanî bir değer ifade etmez ve bizatihi bir ahlak ve hukuk kaynağı olamaz. Bu sebeple çoğunluğun hükümeti mutlaka hakkın ve adaletin teminatıdır denilemez. Tarih çoğunluğun oyu ile iktidara gelip diktatörlerin dahi yapmadığını yapan liderleri bize anlatmaktadır. Adalet kimden gelirse gelsin adalettir, zulüm kimden ve nereden gelirse gelsin zulümdür. Ekseriyetin oyu ile gelen bir yönetimin zulmü daha feci ve daha yıkıcı ve daha ağırdır. Zalim bir ekseriyet yüreksiz ve hunhardır.
Demokrasiyi sırf bir ekseriyetin hükümeti olarak ele almak ve tarif etmek, bir insanı iskeletten ibaret saymak ve tarif etmek kadar sathî ve yanlıştır. Ekseriyet demokrasinin sadece kalıbıdır, iskeletidir. Azaları, özü ve ruhu belli prensiplere dayanan muayyen bir zihniyet ve terbiyedir. Bu da belli bir hayat görüşünün ifadesidir ve demokrasinin ahlak ve insanlık nazarında yüksek değerleridir.
14. Dünyaya gelen bir insan mahdut bir ömür yaşar ve ölür. Hayat başlangıcı belli sonu belirsiz iki yokluk arasında kısa bir zaman sürecidir. İnsan ister ki, gönlüne göre hür bir şekilde, kimseye boyun eğmeden ve kimseye tahakküm etmeden şerefli bir şekilde hayat sürsün. Başkasından bir zarar görmek istemediği gibi kimseye zarar vermek de istemez. Zorlamaya maruz kalmadan dilediği şekilde inansın ve vicdanının emrettiği yolda hür bir şekilde yürüsün. Daraldığı yerde yardım görsün ve hayırlı işlerine engel olunmasın. Her aklı başındaki insanın isteği budur. Bu nimet yalnız imtiyazlı insanlara mı hastır? İmtiyaz sahibi olanlar bu imtiyazı gökten mi almışlardır? Hürriyet ve saadet herkesin hakkıdır ve kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur. Herkes dünyaya hür olarak gelir, bir kefenle bu dünyadan gider.
Cemiyetin amacı da insana temel hak ve hürriyetlerini tanımak ve bu konuda yardımcı olmaktır. Temel haklar ise hayat hakkı, mülkiyet hakkı, din ve vidan hürriyet ve hakkı, düşünce ve fikir hürriyet ve hakkı ve aile kurmak ve mutlu olmak hak ve hürriyetidir. Hayata ve cemiyete nizam vermek, sayılan temel hak ve hürriyetleri temin etmek ve insanları saadet içinde yaşatmak amacıyla yönetim vardır. Ve demokrasinin amacı budur. Bu temel hak ve hürriyetleri en güzel şekilde temin etme amacını taşıyan sistem de hürriyetçi demokratik yönetim sistemi ve adalet rejimidir. (Demokrasi Yolunda, s.55-56.)
Kaynak: Demokrasi Yolunda, İstanbul-2017