EMANETİ EHLİNE VERMEK
M. ALİ KAYA

Kur’an-ı Kerim emâneti ehline vermeyi emretmektedir. “Şüphesiz ki Allah¸ size emâneti ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman¸ adaletle hükmetmenizi emrediyor” (Nis⸠4:58.) buyurulmaktadır. İslam alimleri bu emanetin yönetim görevi olduğunu ifade etmişlerdir. (Taberî¸ Câmiu’l-Beyân¸ Mısır -1954, 4: 201; İbn Kesir¸ Tefsir, 1: 516.)
Her işin başına ehlini¸ erbâbını getirmek icap eder. Millet yapısında en büyük emânet¸ milleti idare edenleri seçerken işi ehline vermektir. Bu¸ devlet başkanından mahalle bekçisine varıncaya kadar idarî sistemin her kademesinde yasama¸ yürütme ve yargı organlarında geçerli ve tazeliğini hiçbir devirde kaybetmeyen ilâhî bir emirdir.
Dinimiz kendine sahip olamayan¸ ruhuyla bedeni¸ dünyasıyla âhireti¸ işiyle ibadeti arasında denge kuramayan; hayatı sadece yeme¸ içme¸ eğlenme ve para kazanma çerçevesinde düşünen kişilerin başa geçmesine¸ idarî işlerin ağırlığını yüklenmesine cevâz vermez. Çünkü bu vasıfları taşıyanlar iş başına getirildiği takdirde¸ önce o memleketin kıyâmeti kopar. Hz. Peygamber’e soruldu: “Ey Allah’ın Peygamberi! Kıyâmet ne zaman kopacak?” Efendimiz bu soruya “İş¸ ehli olmayan kişilere verilince kıyâmeti bekle¸ kıyâmetin kopması pek yakındır.” (Buhar¸ İlim¸ 2.) buyurarak cevap vermiştir.
Şahsî ihtirasları ve çıkarları uğruna milleti hiziplere ayıranları¸ ehil olmayan kişileri iş başına getirip ülkeyi sahipsiz bırakanları ne tarih affeder¸ ne de ilâhî kanun. Bunun için her konuda olduğu gibi devlet işlerinde de birine görev verirken gerçek kıstası ümmetine sunan Rasûlullah (sav) Efendimiz¸ rasgele kişileri işbaşına getirmemiş¸ işbaşına getireceği kişilerde¸ takvâyla birlikte liyâkat ve ehliyet aramıştır.
Nitekim Allah Rasûlü bu konuda şöyle buyurmuştur: “Müslümanların bir işine bakan kimse¸ o işi daha iyi yapacak biri varken bir başkasına verirse Allah’a¸ Rasûlüne ve mü’minlere hıyânet eder.” (Muhammed Cemaleddin Kâsımî¸ Mehâsinü’t-Te’vil¸ Tahkik: M. Fuad Abdulbâkî¸ Kahire- Trs¸ 5:1334.) Hz. Ömer (ra) da “Müslümanların başında bulunan kişi¸ dostluk veya akrabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse Allah’a¸ Rasûlüne ve Müslümanlara hıyânetetmiş olur” demiştir. (Kâsımî¸ age¸ 5: 1334.) O halde yöneticilerin¸ her işin başına en uygun kişiyi bulup getirmeleri¸ dostluk¸ akrabalık¸ soyluluk ve ırk ayırımı yapmamaları gerekmektedir.
İki kişi¸ Hz. Peygamber’e (asm) gelip kendilerini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın Elçisi¸ “Biz¸ işimizi isteyene ve makam düşkününe vermeyiz” (Buharî, Ahkam, 1.) buyurdu. Yine Hz. Peygamber (asm) kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr Gıfarî’ye de şöyle demiştir: “Ebu Zerr! sen zayıfsın¸ o makam bir emânettir. Sonu da kıyâmet gününde bir perişanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve üzerine düşeni de yerine getiren müstesnâdır.” (Müslim¸ İmaret¸ 16.) Yine amcası Hz. Abbas (ra) bir yere vali olarak görevlendirilmesini talep ettiğinde¸ Hz. Peygamber (asm) ona¸ bu işin çok mesûliyetli olduğunu hatırlatarak vazgeçmesini söylemiştir.
**

Kur’an-ı Kerimin “Şura” emri ve İslam hukukunun “İcma” prensibi yönetimin şuraya ve icmaya dayanması gerektiğini gösterir. Hürriyet ve Meşrutiyet kavramlarının tartışılmaya başlandığı 3 Kasım 1839 tarihinden itibaren Nâmık Kemal “şurâ” emrinin devlet yönetimine hâkim olması ve parlamenter sisteme geçilmesi, vatandaşlara hak ve hürriyetlerin verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Daha sonra Osmanlı aydınları bu prensibi hürriyet ve meşrutiyetin en önemli şartı görmüş ve I. ve II. Meşrutiyetin ilan edilmesini sağlamışlardır. Bu hususlar da “Emaneti ehline verin” ayetin şümulünde yöneticiyi Asr-ı Saadette olduğu gibi mü’minlerin seçmesi konusunda yüce Allah mü’minlere bir görev verdiği şeklinde anlaşılmıştır. Sahabeler de “Meşveret ve Şura” ile emaneti ehline vererek Hulefa-i Raşidini seçip biat ederek seçim usulünü “Sahabenin İcması” şeklinde uygulamışlardır.
**
Alınan emânet sahibine geri verilir. Hz. Peygamber (asm) “Sana emânet verenin emânetini öde¸ sana hıyânet edene sen hıyânet etme” (Tirmizî, Buyu¸ 38; Ebu Dâvud, Buyu, 79.) buyurmuştur. Bir başka hadisinde “Mutlaka hakları sahiplerine ödeyeceksiniz. Hatta kıyâmet günü boynuzsuz koyun¸ boynuzlu koyundan hakkını alacaktır” (Müslim, Birr¸ 15; Tirmizî, Kıyamet, 2.) buyurmuştur.
Aldığı borcu ve emâneti ödemek isteyen kişiye Allah¸ ödeme kolaylığı verir. Nitekim Allah’ın Elçisi bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Kim insanların mallarını alır da sonra ödemek isterse Allah onu¸ onun yerine öder. Kim de yok etmek niyetiyle alırsa Allah o kimseyi yok eder.” (Buharî, İstikrad, 2.) (Kaynak, Mehmet Soysaldı, Emneti Ehline Vermek, Somuncu Baba Dergisi, sayı:138.)
SONUÇ: Yönetime ehil olanlar DEMOKRAT olanlardır. Zira demokrat ırkçı ve ideolojik düşünmez. Irkçı ve ideolojik düşünmeyen tarafgir olmaz ve kendi ırkına ve ideolojisine bağlı olana imtiyaz tanımaz, dolayısıyla adil olabilir. Irkçı ve ideolojik düşünen adil olamaz. Kendisi gibi düşünene imtiyaz tanır. Bu durumda adalet ortadan kalkar, zulüm yayılmaya başlar. Bu sebeple yönetimde adaleti ancak DEMOKRATLAR sağlarlar.
Tebrik ederim, gayet güzel izah etmişsiniz. İnşaallah tez zamanda ülkemizde Demokratlar iktidara gelir, işler ehline verilir ve memleketimiz yeniden imar ve inşaa başlar.