M. Ali KAYA
“Acı duyabiliyorsan canlısın.
Başkasının acısını duyabiliyorsan insansın.”
(Tolstoy)
Yüce Allah varlıkları farklı farklı yaratmış ve aralarında büyük bir uyum, insicam ve düzen kurmuştur. Varlıkları birbirine muhtaç kılmış ve kainattaki düzeni böyle tesis etmiş ve varlığına birliğine delil kılmıştır. “Onun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan alimler için ibretler vardır” (Rum, 30:22.) buyurur.
Ayrıca “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 49:13.) buyurarak farklılıkların tanışma, anlaşma ve yardımlaşma sebebi olması gerektiğini belirtir.
İslam alimleri doğrunun, hakikatin ve hakkın sadece bir olmadığını farklı ve çeşitli doğruların bulunduğunu kabul eder. Bu sebepler itikatta iki mezhebi, hukuk ve ibadette dört hak mezhebi kabul eder. Hak bir değil, farklı farklıdır. Zira dünyada bütün insanlar aynı şartlara sahip değillerdir. Farklı zamanlar, farklı şartlar, çeşitli ihtiyaçlar, farklı kabiliyet ve istidatlar vardır. Bu sebeple farklılıkları ve değişik şartları nazara alarak haklı görüşlerin de bulunacağını ve bunu kabul etmek gerektiğini ifade etmişlerdir.
Bu durumda Allah’ın yarattığı insanları “Birey” ve “İnsan” olarak değerlendirmek gerekir. İnsana insan olarak bakmak ve ihtiyaçlarını karşılamak icap eder. Nefret ve düşmanlığın kaynağı küfür ve nifaktır. Bu sebeple ilk olarak nefrete ve düşmanlığı üzerlerine çekenler peygamberler olmuşlardır. Peygamberler “sıdk, emanet, fetanet ve ismet” sıfatlarına haiz oldukları ve toplum tarafından sevgi ve hürmet gördükleri, doğruluklarına ve asla yalan söylemediklerine herkes şahit olduğu halde “Tebliğ” vazifesine başladıkları zaman büyük bir dirençle karşılaşmışlar, en yakın akrabaları ve sevenleri birden en büyük düşman kesilmişlerdir.
**
Düşmanlığın sebepleri, haset ve kıskançlık, küfür ve nifak, menfaat kaygısı, makam ve mevki paylaşımı gibi dünyaya ait sebeplerdir. Bunların çoğu ve kısmen tamamı siyaset aleminde rekabete sebep olduğu için nefret söylemeleri ile kendi fikrinde olmayanları ve kendilerine destek vermeyenleri öteleme, aşağılama, dışlama, ihanetle suçlama ile başlayarak nefrete ve düşmanlığa dönüşmektedir. Sonuçta fiilî sataşmalara ve nihayet “linç” eylemine dönüştürülmektedir. Linç “Halktan bir topluluğun, bir suçluyu ya da kendilerine göre suçlu davranışta bulunmuş birini yumruk, sopa gibi araçlarla döverek öldürmesidir.” (Püsküllüoğlu A. Türkçe Sözlük, Ankara-2017, s.527.)
İdeolojiler, ırkçı ve etnik önyargılar ile nefret söylemi ortaya çıkmaktadır. Bu ayrımcılığı netice vermektedir. Ayrımcılığı da söylemler, konuşmalar ve metinler ile fark ederiz. (Aygül, E. Facebook’ta Nefret Söyleminin Üretilmesi ve Dolaşıma Sokulması, Yeni Medya nefret Söylemi, 2010, s.99; Çınar M. Habercilik ve Nefret Söylemi, Medya Nefret Söylemi İstanbul-2013, s.141.)
Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi 30 Ekim 1997 tarihli tavsiye kararında yer alan tanıma göre “Nefret söylemi kavramı; ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığı, Yahudi düşmanlığını ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır” (Çağlar Karakış, Toplumsal Barışın Açmazı “Nefret Söylemi ve Linç” İstanbul-2022, s. 34.) diye tarif etmiştir.
Nefret söyleminin bir diğer tanımı “Nefreti temel alıp, nefreti özendirmeye kadar gidebilen aşağılama, suiistimal, yerme, hakaret gibi sıfat ve terimlerden oluşan, ayrıca aşırı önyargılar içeren, geniş bir birime etki eden negatif bir söyleyiştir.” (Çağlar Karakış, 2022, s.34.)
**
Devletin görevi vatandaşları arasında ve ülkede yaşayan herkesi kapsayacak şekilde düşmanlığı önlemek, vatandaşlara arasında kardeşliği sağlamak ve pekiştirmek, ülkenin refahı, kalkınması ve halkının mutluluğu için gerekli şartları oluşturmak ve ülkede kanun hakimiyetini sağlamaktır. Bu da kanun hakimiyetinin gücüne ve suçu işleyene has kılarak suçluyu tespit edip gereken kanuni cezayı vermektir. Birisinin hatası ile bir başkasını suçlamak ve cezalandırmak suçu ortadan kaldırmadığı gibi suçun yayılmasına ve nefretin artmasına sebep olur.
Hukuk herkese lazımdır ve herkes hukuk karşısında tarak dişleri gibi eşittir. Toplumda kanun hakimiyetini sağlayan ve kanun karşısında herkesin tarak dişleri gibi eşit olduğunu ifade eden Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir. (asm) Peygamberimiz (asm) kanunların uygulanmasında titizlik göstermiş ve “Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ, 54, Megâzî, 53, Hudûd, 11, 12; Müslim, Hudûd, 8, 9; Ebû Dâvûd, Hudûd, 4; Tirmizî, Hudûd, 6; Nesâî, Sârık, 6; İbni Mâce, Hudûd, 6.)
Dinin amacı toplumda sevgi ve muhabbeti, uhuvvet ve kardeşliği tesis etmektir. Peygamberimiz (asm) Medine’de Müslümanların azınlıkta olduğu, Yahudi ve Müşriklerin çoğunlukta olduğu hicretin ilk yıllarında “Medine Sözleşmesi” ile kanun hakimiyetini sağlamış ve “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman’ın din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl olmaz!” (Buhârî, Edeb, 62.) buyurarak önce Müslümanlar arasında kardeşlik, sonra tüm Medine halkı arasında muhabbet ve yardımlaşmayı sağlamıştır.
Hz. Ali (ra) “Müslümanlar dinde kardeş, diğer insanlar ise insanlıkta eştir” buyurarak insanlar arasındaki nefret söyleminin yanlışlığına dikkat çekmiştir. Yine Hz. Ali (ra) hilafeti döneminde de kanun hakimiyetinin sağlanmasına büyük gayret göstermiş, insanların nefret söylemini ve linç anlayışını ortadan kaldırmaya çalışmıştır. “Suçluyu tespit etmeden ceza verilemeyeceği, birinin hatası ile başkasının suçlanamayacağını” (En’am, 6:164.) emreden ayetin, yani kanunu hâkim kılmaya böylece “Adalet-i Mahza”dan taviz verilemeyeceğini ifade etmiş ve uygulamıştır. Hz. Osman’ın katilinin tespit edilemediği için zanlılara ceza vermekten uzak durmuştur. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu ayeti delil getirerek “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz” demiştir.
Sonuç olarak toplumda birlik ve beraberlik, uhuvvet ve muhabbeti tesis etmek her insanın görevidir. Bunu yaparken genel ahlakı bozmayacak, kamu düzenini ve asayişi ihlal etmeyecek, kamu vicdanına aykırı ve kamu malına zarar verici söylemler ve eylemlerde bulunmamak, başkasının hak ve hürriyetlerini ihlal etmeyecek şekilde davranması gerekir. İhlal edenler de kanun dairesinde yetkili kurum ve kurulların yetkili görevlileri tarafından kanunun gerektirdiği şekilde gereği yapılacaktır. Devlet gücü ancak kanunları uygulanması için kullanılabilir ve kanunlar hukukun üstünlüğünü sağlamayı amaçlayarak çıkarılır.