M. Ali KAYA
Hayat Allah’ın insana en büyük rahmeti, ihsanı ve ikramıdır. İnsan için de hayattan daha değerli bir şey yoktur. Hukuk, insan hayatını korumak ve şerefle yaşamak, hayat hakkını hürriyet içinde baskıya maruz kalmadan kullanmak için gereklidir.
Hayat özgürlük demektir. Bu nedenle hayatı korumak için özgürlüğü korumak gerekir. Özgürlük ise mülkiyete bağlıdır. Malı ve mülkü olmayanın özgürlüğü de olmayacağı için mülkiyet hakkını korumak gerekmektedir. Bu nedenle hukukun temel amacı ve en fazla ilgilendiği saha mülkiyet hakkını korumaya yöneliktir. Mahkemelerin üzerinde durduğu ve yasaların kendisi için çıkarıldığı temel argümanlar hayat hakkı ve mülkiyet hakkı çerçevesi içindedir.
“Ferdiyet, hürriyet ve mülkiyet” insanı insan yapan temel değerlerdir. Bu nedenle “hayat, hürriyet ve mülkiyet” insanların insanlara tanıdığı bir siyasi hak değildir. Bilakis insanı insan olarak yaratan yüce yaratıcının insana doğuştan/yaratılıştan tanıdığı ve fıtrî olarak verdiği temel haklardır. Sonradan oluşan güçler ve politikacılar insanları bu temel haklardan mahrum ederek zulmetmektedirler. Zulüm insana Allah’ın verdiği hakkı zorla elinden almak ve insanın zayıflarını bu temel haklardan mahrum bırakmaktır.
Hukukun varlık ve otaya çıkış sebebi insanın insanlığını oluşturan, iradesinin kullanımını sağlayan, insanın vazgeçemeyeceği ve devredemeyeceği “hayat, hürriyet ve mülkiyet” haklarını, iradesinin hür bir şekilde kullanımını sağlayan “din ve vicdan” “düşünce ve fikir” hürriyetini korumak, yani kolektif bir organizasyon olan sosyal hayatta ve devlet faaliyetlerinde garanti altına almaktır. Hayat, hürriyet ve mülkiyet hakları ile din ve vicdan hürriyeti, fikir ve düşünce hürriyetinin amacı da insanın bireysel yeteneklerin geliştirmektir. Zira yüce Allah insanı dünya için yaratmamış, dünyadan sonra gideceği ahiret hayatında ve kendisi için yarattığı ideal bir hayat olan cennete gidebilmek için dünya mektebinde Allah’ın insana verdiği kabiliyetlerini geliştirerek cennete layık hale getirmektir.
Allah insanı çok mükemmel bir istidatta ebedi olarak yaşamak için yaratmış ve ona binlerce duygu ve kabiliyet vermiştir. Bunların gelişimi için insanın eğitime ihtiyacı vardır. İşte dünya böyle bir eğitim yeridir. Yoksa insanı mutlu edecek ve kabiliyetlerini doyuracak nitelikte bir yer değildir. Bu nedenle insan dünyada mutlu olamamaktadır. İnsanı mutlu edecek ve kabiliyetlerini en güzel şekilde gösterebileceği ebed yurdu ise cennettir. İnsan bu cennete namzet olarak yaratılmıştır. İnsan bu dar ve sıkıntılı dünyada hür olarak yaratılmış ve kabiliyetlerini geliştirmek için mülkiyet, din ve vicdan hürriyeti ve ilim ve fikir hürriyeti ile imtihana tabi tutulmuştur. Hukuk ise insanın kabiliyetlerinin gelişimi önündeki engelleri kaldırmak için gerekli olmuştur. Bu nedenle Allah hür yarattığı insana adaletle davranmayı emretmiş ve adaletin sağlanması görevini de idarecilere vermiştir. ama ne ki idareciler ellerine geçirdikleri iktidar gücünü adaleti sağlamak, mülkiyet ve hürriyeti korumak için kullanmak yerine kendilerine çıkar sağlamak ve mülkiyet ve hürriyet hakkını su-i istimal ederek bir çok insanları bu haklardan mahrum ederek zulme sebep olmuşlardır.
Temel haklar güç kullanılarak çözülemezler. Çünkü güç kullanmak sonunda insanı daha güçlü hale getirir. Güçlü olan bu defa gücünü korumak için başkalarına haksızlık ve zulüm yapma yetkisini kendisinde görmeye başlar. Bu ise gücün amacı dışına çıkarak yozlaşması demektir. Güç sonuçta yozlaşmaya götürür. Bu nedenle hukukçular derler ki “iktidar sonuçta yozlaşmaya götürür; mutlak iktidar mutlak yozlaşmayı netice verir.” Bu nedenle yüce Allah mutlak gücü kendisine, âcizliği de mahlûkata ve insana vermiştir. Zira gücü adaletle korumak ancak mutlak güç sahibi olan Allah’a hastır.
Fransız düşünürü ve hukukçusu Frederic Bastiat “Haksızlık ve zulmü önlemenin yolu güç kullanmak değildir. Bireysel hakkı kazanmanın yolu bireysel güç kullanmak olarak görenler kolektif/devlet gücünün kullanımını da meşru görmeleri gerekir. Aynı şekilde bireye başkalarının hakkını güç kullanarak alma hakkı devletin de gücünü kullanarak zulmetme hakkını tanımış olur. Bu ise zulmü meşru görmek anlamına gelir” demektedir. Gücün her iki durumda da kullanılmasını meşru görmek ve kabul etmek mümkün değildir.
Doğal/Fıtrî ve meşru müdafaa hakkı hukukun üstünlüğünü kabul etmektir. Hukuk meşru müdafaa hakkını kullanan bir organizasyondur. Ancak hukukun kendisi ve kanunlar adil olmak zorundadır. Âdil olmayan kanunlar hukuku kullanarak haksızlıkların en büyüğünü ve zulmün en katmerlisini meşru hale getirirler. Bu nedenle John Locke’nin dediği gibi “Âdil ve meşru yönetimler her yerde huzur ve emniyeti sağlar ve güven ortamı oluştururlar. Zorba bir yönetim ise insanları mücadeleye sevk eder.”
Sonuç olarak hukukun amacı adalettir. Adalet ise âdil kanunlarla bireyin hayat, hürriyet ve mülkiyet haklarının korunmasına bağlıdır. Hukuk ise bunu sağlayan mekanizmadan ibarettir.