1mod.io
Sosyal Medya
Plugin Install : Cart Icon need WooCommerce plugin to be installed.
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Giriş
  • Kayıt
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat
Hürriyet Hukuk İktisat
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa HUKUK

İTTİHAD-I İSLAM İDEALİ

İttihâd-ı İslâm, siyasî bir ideolojinin kavramı olarak kullanılmaya başlanmadan önce Müslümanlar arasında kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler olan, birlik, kardeşlik ve yardımlaşma duygularının gelişmesidir.

M.Ali KAYA M.Ali KAYA
21 Şubat 2022
HUKUK
0
İTTİHAD-I İSLAM İDEALİ
Share on FacebookShare on Twitter

M. ALİ KAYA
İttihâd-ı İslâm denen İslam Birliği, siyasî bir ideolojinin kavramı olarak kullanılmaya başlanmadan önce Müslümanlar arasında kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler olan, birlik, kardeşlik ve yardımlaşma duygularının ifadesi anlamında başlangıçtan beri mevcuttu. İttihâd-ı İslâm kavramı ilk defa Nâmık Kemal tarafından Hürriyet gazetesinin 10 Mayıs 1869 tarihli sayısında kullanılmış, ardından Yeni Osmanlılar’ın diğer yayın organlarında ve özellikle Basîret gazetesinde tartışılmaya başlanmıştır.

1870’lerde Osmanlı gazetelerinde tartışılmakta olan İttihâd-ı İslâm, 1873’te Ticâret-i Bahriyye Mahkemesi zabıt kâtibi Esad Efendi tarafından yayımlanan bir risâlenin başlığı olmuştur. Müslümanlar arasındaki dayanışmanın önemi ve Avrupa tehdidine karşı hilâfet etrafında birleşilmesi gerekliliği üzerinde duran, (İttihâd-ı İslâm, s. 10) ayrıca Arapça’ya çevrilerek hac mevsiminde hacılara dağıtılan risâle (Davison, s. 277.) muhtemelen İslâm dünyasında bu adı taşıyan ilk müstakil eserdir.

İttihâd-ı İslâm kavramı Jön Türkler döneminin siyasî karmaşası içinde de Osmanlıcılık, İslâmcılık, milliyetçilik tartışmaları arasında bir çıkış yolu olarak yeniden gündeme geldi ve yoğun bir şekilde gazetelerde tartışıldı. Hatta bu isimle bir dergi de çıkarıldı. Bu dönemde ayrıca “İttihâd-ı İslâm” başlığını taşıyan kitap ve risâleler yayımlandı.

Doksan üç Harbi (Rumî-1293) Osmanlı Rus savaşında Balkanlar’ın büyük kısmı elimizden çıktı. Ruslar Ayastefonos’a (Yeşilköy) kadar geldiler. 3 Mart 1878 Ayastafanos ve 13 Temmuz 1878 Berlin anlaşması ile Balkanlardaki toprakların üçte birini kaybetti. Arkasından İngilizler’in Kıbrıs ve Mısır’a yerleşmesi, Fransa’nın Tunus’u işgal etmesi, II. Abdülhamid’e pek fazla tercih hakkı bırakmadan devletinin yaşaması için Müslüman unsurlara dayanmaya yöneltti.

Bu sürece katkısı olan önemli bir faktör de bizzat II. Abdülhamid’in şahsî inanç ve düşünceleridir. Şehzadeliği döneminde Yeni Osmanlılar’ın etkili olduğu bir kültür ortamında yer alması, özel hayatında dindar bir kişiliğe sahip bulunması, tahta geçince de halife unvanıyla bütün Müslümanların sorumluluğunu hissettiğini belirtmesi, tarihe merakı, nihayet Cevdet Paşa’nın tecrübesine ve kültürüne olan itimadı ve sık sık onun yazılarına başvurması bu siyasete yönelmede etkili olmuştur denilebilir. Nitekim saltanatı sırasında İttihâd-ı İslâm adına gündeme getirdiği pek çok esas ve uygulamanın Cevdet Paşa’dan mülhem olduğu ortaya konulmuştur. (Özcan, Ahmet Cevdet Paşa, s. 546-553.)

II. Abdulhamid İttihad-ı İslam siyaseti için Halife unvanı ile Müslümanların birliğini “İttihad-ı İslam” adı altında sağlamaya çalıştı; ama başarılı olamadı. Zira İngilizler “Hilafetin Kureyş’e ait olduğu” meselesini Araplar arasına yayarak Osmanlıya baş kaldırmalarını sağladılar. Bu konuda Abdulhamid’in gerek gazete ve neşriyat yoluyla gerekse kitaplarla sağlamaya çalıştığı İttihad-ı İslam konusunda başarılı olamadı. Sırf bu gaye ile İstanbul, Kahire ve Londra’da Osmanlı hilâfetinin propagandası için gazeteler çıkarılmış, mevcut yayın organlarına destek sağlanmış veya müstakil hilâfet risâleleri hazırlatılarak İslâm dünyasına dağıtılmıştır. Aynı şekilde İslâm dünyasından bazı nüfuzlu ulemâ, önemli kişiler, tarikat şeyhleri ve gazeteciler İstanbul’a davet edilerek ağırlanmış, zaman zaman ortak meseleler hakkında görüşleri alınmış ve bu misafirlerin kendi ülkelerinde yapacakları çalışmalar için yönlendirmelerde bulunulmuştur.

II. Abdülhamid’e göre Osmanlı Devleti’ni oluşturan Müslüman milletleri bir ailenin fertleri gibi birbirine yaklaştıran şey din birliğidir. Bundan dolayı öncelikle herkesin Müslümanlığı vurgulanmalıdır. Din, milletin devamı için sahip olunması gereken unsurlardan biri olduğu gibi Devlet-i Aliyye’nin devamı ve bekası İslâmiyet’le kaimdir.

Ona göre hassas bir konu olan ve ciddi anlaşmazlıklara götürmesi muhtemel bulunan milliyet meselesine itibar edilmemeli, bunun yerine Müslümanların kardeş olduğu gerçeği üzerinde durulmalıdır, Müslümanlarda ise imandan sonra halife aşkı en başta gelmeli, zihinlere din, devlet ve vatan sevgisi yerleştirilmelidir.

Bu anlayış sebebiyle II. Abdülhamid devrinde gerek devletin kimliğinde gerekse toplumsal hayatta hissedilir derecede bir “dindarlaşma” görülür. Bu dönemde dinî kuruluşlara sağlanan imkânlar arttırılmış, din adamlarının iyi yetiştirilmesi yönünde alınan tedbirlerin yanı sıra bunların gelir seviyeleri yükseltilmiş ve çeşitli vesilelerle taltif edilmişlerdir. Üç aylarda medrese talebeleri her türlü masrafları karşılanmak üzere Anadolu’ya gönderilerek halkın aydınlatılması düşünülmüş, dinî yayınların doğru ve güvenilir bilgiler ihtiva etmesine dikkat edilmiştir. Cami, tekke, medrese gibi yapıların bakım ve onarım işlerine itina gösterilmiş, namaz, oruç gibi ibadetler teşvik edilmiş, memurların mesai saatlerinin namaz vakitlerine imkân verecek şekilde düzenlenmesine çalışılmıştır. Öte yandan özellikle İstanbul’da meskûn mahallerde meyhâne açılması ve içki satışı yasaklandığı gibi Müslümanların Galata ve Beyoğlu bölgesindeki meyhânelere girmeleri de engellenmiştir. Aynı şekilde din ve edebe aykırı her türlü davranışın kontrol edilmesi yönünde zâbıtalar görevlendirilmiştir.

Toplum içinde özellikle kadınların kıyafetlerine yönelik düzenlemeler yapılmış, umuma açık yerlerde işret ve eğlence yasaklandığı gibi genel ahlâka aykırı her türlü temsil ve tiyatro oyununun sergilenmesine de müsaade edilmemiştir. İslâmiyet’in şeref ve haysiyetine halel getirmemek için benzer teşebbüsler yurt dışında da yapılmış ve Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya’da konuları İslâm tarihinden olan bazı temsil, tiyatro ve operetlere, “hissiyyât-ı milliyye ve dîniyyeyi rencide ettiği” gerekçesiyle diplomatik kanallardan müdahalede bulunulmuştur.

İttihad-ı İslamda Bediüzzaman’ın Selefleri
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri daha 16 yaşında (1893) iken Mardin’e gelmiş ve burada Peygamberimizin (asm) mihmandarı olan Ebu Eyyub el-Ensarî neslinden gelen “Esarioğulları” hanesinde misafir olmuş ve Kasımiye Medresesi gibi ilim ve kültür yuvasında ulema ve umera ile sohbetlerde bulunmuştur. Namık kemal’in Hürriyete dair “Rüya” makalesini burada okumuş, Namık Kemal, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza’nın “İttihad-ı İslam” konusundaki fikirlerine muttali olmuştur.

Bu konuda şöyle der:
“Elhasıl, Sultan Selim’e biat etmişim. Onun İttihad-ı İslâm’daki fikrini kabul et­tim. Zira o vilayât-i şarkiyyeyi ikaz etti, onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerin; Şeyh Cemaleddin Efgani, alleme­lerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit alimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve İttihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki demiş:

“İhtilaf ü tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hatta bî karar eyler beni,
İttihadken savlet-i adayı def’a çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni…”

Bediüzzaman selefleri gibi İttihad-ı İslam idealini kendisine hedef ittihaz etmiştir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s.29.) Ancak bu idealin prtikte nasıl gerçekleşeceği konusunda pek çok farklı düşüncelerin ve çalışmaların olduğunu da görmüştür. Çatışma da buradan çıkmaktadır. Ortadoğu tarih boyunca ihtilafların azami derecede yaşandığı bir bölge olmuştur. Hatta Yavuz Sultan Selim “İttihad-ı İslam” ideali ve Şii Fitnesinin söndürülmesi için çıkacağı Doğu Seferi ve Çaldıran Zaferi öncesi doğunun önemli alim ve diplomatı olan Şeyh İdris Bitlisi’den doğu hakkında rapor istemiştir. İdris Bitlisi de raporunda “Doğuda herkesin herkesle her konuda ihtilafı vardır” demiştir.

Bediüzzaman bu ihtilafların nasıl ortadan kalacağı konusunda düşüncelerini ortaya koydu. Bu düşüncelerini şu şekilde sıralayabiliriz.

1.İttihad-ı İslam Siyasete Alet Edilmemelidir
İttihad-ı Muhammedî gibi İttihad-ı İslam da siyaset malzemesi yapılmamalıdır. Zira umumum mukaddes malıdır ve dünyadaki tüm Müslümanları ilgilendirmektedir.Umuma ait vakıf malı nasıl amacı dışında kullanılması haram ise, umuma ait kavramlar da inhisarcılık zihniyeti ile birilerinin tekelinde olmamalıdır.

Bu zamanın hastalıkları
1. İnançsızlık ve müminlerde inanç zaafı
2. Irkçılık
3. İnhisarcılık
4. Siyasi Tarafgirlik

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 49:10.) ayetiyle, müminler arasındaki kardeşliğin imandan geldiğini ve bu kardeşliğin nesebi ve ailevi kardeşlikten daha ileri ve kudsi olduğu ihtar edilir.

Hadis-i şeriflerde müminlerin birbirleriyle “bünyan-ı marsus”, yani “kurşunla perçinlenmiş bina” (Buhari, Salat, 88.) gibi kenetlenmesi hususunda ciddi telkinatlar vardır. Ayrıca, “Müminlerin birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, birbirlerini korumada misali, bir cesede, bir vücuda benzer ki, cesedin herhangi bir uzvu rahatsız olsa, hastalansa, cesedin diğer uzuvları da bundan muzdarib olurlar ve uykusuz kalır, ateşler içinde yanarlar.” (Müslim, Birr, 66.) gibi hadislerde de müminlerin birbirlerine değil düşman olmak, bir vücudun azalarının birbirlerinin imdadına koşmaları gibi olması temenni edilir.

Zaten İslam dininin esas ve şartlarına bakıldığında, hep Müslümanların birlik ve beraberliğine imalı vurguların var olduğu görülür. Mesela namazların cemaatle kılınmasının teşvik edilmesi, hacda aynı tarzda giyinme ve aynı dilden “lebbeyk” denmesi, şehadetin aynı dil ve aynı tarzda olması, zekâtın Müslümanların arasında güzel bir köprü olması, orucun günün ve senenin aynı zamanında olması, müminlerin ruhen bağlanmalarına vesile olan emirlerdir.

Asrımızda İslam birliği sevdalılarının başında hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri gelmektedir. Çünkü, O “Azametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, İttihad-ı İslam’dır” demekle, asıl reçeteyi veriyor. Çalışmada O’nun İttihad-ı İslam’a olan katkılarını maddeler halinde ifade etmeye çalışacağız.

2. Günümüz Şartlarında İttihad-ı İslamı Sağlamak
Sosyolojik ve siyasi şartlar dikkate alındığında bugünden yarına bir İslâm Birliği’nin kurulabileceğini söylemek hayalden başka bir şey değildir.

Birlik, iki şekilde sağlanır. Birincisi, güçlü devletin zayıfları egemenliğine almaları, İkincisi, ekonomik ve kültürel anlaşmalar yoluyla menfaat birliği sağlaması. Avrupa Birliği ve ABD gibi… İslam coğrafyasında bugün bu birliği sağlama imkânı yoktur; ama bu gelecekte de olmayacak demek değildir. Dünyanın şartları çok hızla değişmektedir. Bu sebeple yarının ne olacağını bugünden kestirmek zordur. Geleceği inşa etmek istiyorsanız bugünden fikrî ve kültürel, siyasi ve iktisadî şartları oluşturacak temel ilkeleri belirlemeniz ve buna göre çalışmanız gerekmektedir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bunu yapmıştır.

3. İslam Birliğinin Engelleri
1. Otoriter idarecilerin varlığı ve istibdadının devam etmesi.
2. Mezhep taassubunun devam etmesi. Şii İran, Taliban Afganistan, Vehhabi Arabistan.
3. İdeolojik Rejimlerin varlığı. Kemalizm, Sosyalizm gibi akımların hakimiyeti.
4. Irkçılık ve kabilecilik. Ülkeler arası ve ülke içinde devam etmektedir.
Bütün bunlara devletlerin egemen olma çabası, mezhep, tarikat ve cemaatlerin ideolojik düşünmeleri, ittifak kültürü, istişare mekanizmasını işletmek yerine “iltihak” anlayışında olmaları da birliğin engelleri arasında sayılabilir.

İslâm Birliği İçin Yapılması Gerekenler
1. Cehalet, zaruret ve ihtilafın ortadan kalkması,
2. Ekonomik Güçlenme ve gelişmeler,
3. Uhuvvet-i İslamiyenin inkişafı,
4. Hak ve Hürriyetlerin genişletilmesi,
5. Hürriyetçi Demokrasiye geçilmesi,
7. Kültürel, Sportif ve Sosyal Faaliyet Birlikleri

Bir zamanlar DP Adnan Menderes Türkiye–İran–Pakistan arasında oluşturulan CENTO ile Türkiye–Irak–Pakistan arasında kurulan “Bağdat Paktı” bunun en iyi örnekleridir. Ama ne ki İngiltere ve ABD’nin ortaklığa girmesi ve faaliyetlerini önlemesi ile bu birliktelik dağıldı.

Yapılması gereken faaliyetler daha çok İslâm Konferansı Teşkilatı yoluyla yapılması gerekir. Şimdilik İslâm Konferansı Teşkilatı son derece zayıf bir birliktir. Ancak Avrupa’nın Demir-Çelik Birliği, bir gün Avrupa Topluluğu’na dönüştüğü gibi İslâm Konferansı Teşkilatı da bir İslâm Birliği’ne dönüşebilir.

Avrupa Birliği İslâm Birliğini İster
Türkiye Avrupa Birliği’ne girmelidir; ancak onun elini kolunu bağlamasına da izin vermemelidir. Türkiye’nin Avrupa Birliği açısından önemi yine bir İslâm ülkesi olmasında aranmalıdır. Onlara göre Türkiye’nin iki açıdan stratejik önemi vardır. Birinci olarak Türkiye Avrupa Birliği ülkelerinin diğer İslâm ülkeleriyle olan ilişkilerinde aracı bir ülkedir. İkincisi, Türkiye, İslâm Birliği’nin kurulmasında öncü bir rol oynayabilir. Bu yüzden her zaman onu kapının önünde tutmak ve içeri almak lazımdır.
İslâm Birliği siyasî bir örgüt olarak değil, daha çok ekonomik ve kültürel bir birlik olarak kurulmalıdır. Bunun yanı sıra birlik gerek içeriden gerek dışarıdan gelen hak ihlallerine karşı hakemlik görevini ifa etmelidir. Bu birliğin oluşmasında öncü rolü İslâm Birliği Teşkilatı üstlenmelidir. Türkiye, İran, Mısır, Endonezya gibi ülkeler bu birliğin kurulmasında ve devamında en önemli ülkeler olduklarından öncelikle bu ülkelerin bir araya getirilmesi ve böyle bir birlik için yeni adımların atılması gerekir.

İslam Birliğini Türkiye Sağlar
İslam Birliği siyasi birlik değildir. ABD gibi, AB gibi ticaret ve kültür alanında sınırların kalkması ve yasalar çerçevesinde birlik ülkelerinin serbest dolaşım hakkına sahip olması şeklinde tecelli edecektir. Bu da Hürriyetçi Demokrasinin ülkeye hâkim olması ile gerçekleşebilir. Bunun öncülüğünü Türkiye yapacaktır. Zira diğer ülkeler gerek tarihî tecrübeler ışığında gerekse devlet geleneği açısından ve gerekse asırlardır “Hilafet Merkezi” olmanın verdiği görevle bunu Türkiye’den beklemektedirler. Türkiye’de Hürriyetçi Demokrasi hâkim olursa İslam dünyası bunu örnek alır.

Türkiye’de hürriyetçi demokrasinin hâkim olması taassubu kıracaktır. Bu da ekonomik ve sosyal grupların birbirlerine yakınlaşmasını, İslam kardeşliğinin gelişmesini ve kültürel – ilmî faaliyetlerin yapılmasını netice verir. Bu durum cemaatleri ve hizmet gruplarını birbirine yaklaştırır ve büyük gelişmelere sebep olur. İslam dünyası da bunu örnek alır ve birliktelikler artar. Onlar da Hürriyetçi Demokrasinin nimetlerinden istifade eder. Bu durum barış ve kardeşliğin pekişmesine ve İttihad-ı İslam’a sebep olur.

Etiketler: Adnan MenderesAvrupa BirliğiBağdat PaktıBediüzzamanDPİdris Bitlisiİslam Birliğiİslam Konferans Teşkilatıİttihadİttihad-ı İslamMuhammed AbduhMüminler kardeştirNamık KemalSaid NursiSultan AbdulhamidSultan Selim
M.Ali KAYA

M.Ali KAYA

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

EN ÇOK PAYLAŞILANLAR

HÜRRİYET NEDİR?

SİYASAL İSLAM NEDİR?

Hz. HÜSEYİN’İN HÜRRİYET ve HUKUK MÜCADELESİ

ÜRETİMİN GÜCÜ

HÜRRİYET VE DEMOKRASİ İSTEMEYENLER

HÜRRİYET-İ ŞER’Î

YAZI ARŞİVİ

Copyright © 2021 - Her hakkı saklıdır

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat

Hoşgeldiniz

Hesabınıza Giriş Yapın

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Yeni Hesap Oluştur

Kayıt olmak için aşağıdaki formları doldurun

Tüm Alanları Doldurun Giriş

Şifrenizi geri alın

Lütfen şifrenizi sıfırlamak için kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş