1mod.io
Sosyal Medya
Plugin Install : Cart Icon need WooCommerce plugin to be installed.
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Giriş
  • Kayıt
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat
Hürriyet Hukuk İktisat
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa HUKUK

ŞERİAT NEDİR?

İslam alimleri “İlmü’ş-şerâî” adı altında dini hükümlerin tamamını ifade etmişlerdir. Dini ilimlere şeriat ilimleri demişlerdir.

M.Ali KAYA M.Ali KAYA
13 Ekim 2021
HUKUK
0
ŞERİAT NEDİR?
Share on FacebookShare on Twitter

M. ALİ KAYA
Giriş
Şeriat “ŞRA” kökünden gelen bir kelime olup lügat anlamı “su kaynağına giden yol” anlamında kayna gitmek, açık olmak” anlamlarına gelir. Istılah olarak “açık ve doğru kurallar ve yerleşik adetler” anlamı verilmiştir. Yahudi şeriatı, Yahudilere ait kurallar, Hristiyan şeriatı da Hristiyanlara ait kurallar denildiği gibi, din dilinde “Semavi dine dayanan hükümlerin tamamına” şeriat ismi verilmiştir ve İslamî kuralların tamamına “İslam Şeriatı” denilmiştir.

İslam alimleri “İlmü’ş-şerâî” adı altında dini hükümlerin tamamını ifade etmişlerdir. Dini ilimlere şeriat ilimleri demişlerdir. Yüce Allah’a hüküm koyan anlamında “Şâri-i Hakiki” denilmiştir. Peygamber de hüküm koyma yetkisine sahip olduğu ve Sünnet olan hükümleri koyduğu için ona da “Şârî’” denilmiştir. Bu bakımdan müftüler de fetva vererek hüküm koyabildikleri için kendilerine şari’ denilmesinde sakınca olmadığı ifade edilir. Müçtehitlerin içtihatları da bu nevidendir. (Şatıbî, Muvafakat, 4:224-226; 292-293.)

Kur’an, Sünnet ve İcma ya dayanan “İlm-i Fıkıh” yerine Hanefi uleması çoğu zaman “Usulü’ş-Şer’” kelimesini kullanmışlardır. İlam hukukçuları hakkında da “Hüküm koyucu Allah ve peygamberdir, onları ortaya çıkaran ise şeriattır” demişlerdir. (Bahru’l-Ulum, el-Leknevî, 1:25.)

Sonraki alimler dini hükümleri “İtikadi hükümler, ibadete ait hükümler ve ahlakî hükümler” olmak üzere üçe ayırmışlar, İtikadî kısmına “Usulü’d-din” ibadet ve hukuk kısmında da “Usulü’l-Fıkh ve Şeriat” adını vermişlerdir. Bunu da “Farzlar, haramlar, hadler, emirler ve nehiyler” olarak ifade etmişler ve şeriatı amelî hükümlere hasretmişlerdir.

Şeriat İkidir
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri ise şeriatı şöyle tarif eder:
“Şeriat-ı İlâhiye ikidir: Biri: Sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’âl-i ihtiyariyesini tanzim eder. İkincisi: Sıfat-ı iradeden gelen ve “evâmir-i tekviniye” tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kâinatta câri olan kavânin-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir. Evvelki şeriat nasıl kavânîn-i akliyeden ibârettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi, mecmu-u kavânin-i itibariyeden ibarettir. Sıfat-ı kudretin hassası olan tesir ve icada mâlik değillerdir. (Mesnev-i Nuriyet, Nokta Risalesi, s.211.) demektedir.

Bediüzzaman şeriatı kanun ve kural olarak ele almış ve manasını ve kapsam alanını çok genişletmiştir. Allah’ın gerek tabiatta gerekse insanın iradi fiillerini tanzim eden tüm kuralları “şeriat” ifadesi içine almıştır. Bu durumda şeriat “kanun” demektir. Kanunlar da “kavanin-i akliye-i şer’iye” ve “kavanin-i itibariye-i fıtrıye” olmak üzere ikiye ayrılır. Şeriat kavanin-i akliyedir. Tabiat ise kavanin-i itibariyedir.

Bediüzzaman bunu da şöyle ifade eder: “Bildiğimiz şeriat, insanlardan sudur eden ef’âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülâsasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. Kezalik, tabiat denilen şey de âlem-i şehadetin uzuvlarından ve eczalarından sudur eden ef’âl arasında bir nizam ve bir intizamı ika eden İlâhî bir şeriat-ı fıtriyedir. Binaenaleyh, şeriat ile devlet nizamı, mâkul ve itibarî emirlerden oldukları gibi, tabiat dahi itibarî bir emir olup, hilkatte, yani yaratılışta câri olan âdetullahtan ibarettir. Hülâsa: Tabiat, Allah’ın san’atı ve şeriat-ı fıtriyesidir. Nevâmis ise, onun meseleleridir. Kuvâ dahi, o meselelerin hükümleridir. (İşaratu’l-İ’caz, s.146.)

Bediüzzaman’ın bu geniş tarifine göre şeriat insanın ef’âl-i ihtiyariyesini tanzim eden tüm dini ve aklî kurallardır. Bu kurallar da vahiy ve akıl ortaklığında beraberdir. “Edille-i Şer’iye” denilen “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas” delillerinden “Kitap ve Sünnet” vahiy olsa da İcma ve Kıyas aklîdir. Ayrıca “Maslahat, Örf, İstihsan, İstihbab, Sedd-i Zerayi” gibi fer’î deliller de şeriatın kaynağını teşkil eder ve bunların çoğu akılla konulan ve icma ile kabul edilen deliller ve kurallardır. Kadılar ve müftüler de bu kurallara göre hüküm ve fetva verirler. O fetvalar, içtihatlar ve hükümler de şeriatın bir meselesi ve bir kuralı olarak kabul edilir.

Şeriat Aklî Burhanlar Üzere Müessestir
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulûm-u esasiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülahhastır. Evet tehzibü’r-ruh, riyazetü’l-kalp, terbiyetü’l- vicdan, tedbirü’l-ceset, tedvirü’l-menzil, siyasetü’l- medeniye, nizamatü’l-âlem, hukuk, muamelat, âdab-ı içtimaiye vesaire vesaire gibi ulûm ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir” (İşaratu’l-İ’caz, s.166.) buyurur.

Buna göre İslam şeriatı aklî delillere dayanır ve ilimlerin ve fenlerin keşfettiği hayatî kuralların hülasasıdır. Onlar da ruhu terbiye etme, kalbi ıslah etme, vicdanı hak ve hakikate yönlendirme, bedeni koruma, ev idaresi, siyasi hayatı tanzim etme, dünya düzenini sağlama, hukuk, ticari ve ailevi hayatı düzenleme, temel insan haklarını düzenleme gibi hayatın bütün yönlerini tanzim eder. Bunu da akıl ve vahiy ittifakı ile beraber yapar.

Böylece şeriatın akıl ve vahiy birlikteliği ile fenlerin ve hukukçuların ortak çalışması ile insan ihtiyacını karşılamak ve adaleti sağlamak için yapılırlar. Eski zamanda değiliz. Eskiden bir hukukçu, hâkim şahıslara ait konularda hüküm verebiliyordu. Bu zamanda ise medeniyetin ve şehirleşmenin gelişmesi, insan ihtiyaçlarının ve bu ihtiyacı gidermedeki karmaşık yapının düzenlenmesi için bir iki hukukçunun işin içinden çıkıp adaletli hükmedemeyeceği bir gerçektir. Trafik kanunu, ticarî kanunlar, büyük sitelerde ve alışveriş merkezlerinde uygulanacak ve adaleti sağlayacak kurallar, yasalar, eğitim ve öğretimi sağlayacak, memuriyeti adil bir şekilde liyakate göre tespit etmek için yapılacak sınavlarla ilgili kurallar adaleti ve hukuku korumak için lazımdır ve bu kanunlar da akılla ve meşveretlerle yapılabilir.

Görüldüğü gibi şeriat vahiy ve aklın ortak ürünüdür.

“Makasıdu’ş-Şeria” Şeriatın Amaçları
Yasalar üstün akıldır ve yasaların amacı “Temel İnsan Haklarını” korumak ve geliştirmektir. Hakların kullanımına engel olan manileri ortadan kaldırmak ve adaleti sağlamaktır. Bu bakımdan İslam hukukçuları olan “Fukaha-i İslam” şeriatın amaçlarını “Makasıdu’ş-Şeria” ve “Usûl-ü Hamse” olarak şöyle sıralamışlardır.

1. Hayatı korumak: Can emniyeti temel hukukun amacıdır. Öldürmek yasaktır ve hayatın korunması için her nevi önlemi almak hukukun amacıdır.

2. Malı korumak: Mal emniyeti hukukun oluşmasını sağlayan temel haktır. Pek çok yasalar malı korumak amacı ile çıkarılır. Ticaret kanunları ve borçlar hukuku bu amaçla çıkarılır.

3. Namusu korumak: Ailenin korunması için evlenme, boşanma ve miras hukuku hukukun bu önemli amacını gerçekleştirmek içindir.

4. Aklı korumak: Eğitim ve öğretim, İlim ve fikir hürriyeti ve bunun korunması ile ilgili yasaların tamamı aklı korumak içindir.

5. Dini Korumak: Din ve Vicdan Hürriyeti şeriatın amaçlarından birisidir ve bu sadece İslam dinini korumayı değil, “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 2:256) kuralı gereği tüm inançları korumayı amaçlar.

Makasıdı’ş-Şerianın gayesi “İnsan fıtratının gereği” fıtrî hakların korunmasını sağlamaktır. Bununla ilgili kurallar da yine insan fıtratında derç edilen kabiliyetlerle bilinir ve anlaşılır. Meselâ çok faydanın az faydaya veya az zararın çok zarara tercih edilmesi gerektiği insanların fıtratına yerleştirilen bir kuraldır. Bu sebeple zaruri faydalar konusunda filozofların görüşleriyle şer‘î hükümler aynı noktada buluşmaktadır. (İzzettin b. Abdisselam, Ḳavâʿidü’l-Aḥkâm, 2: 60.)

Fıtrat-makâsıd ilişkisine dikkat çeken İbn Âşûr ise fıtratın Allah’ın yarattıklarında gözettiği düzen olduğuna işaret ederek bu açıdan İslâm hukukunun genel amacının insan fıtratını korum ve bozulan yanlarını düzeltme olduğunu vurgulamıştır. (Maḳâṣıdü’ş-Şerîʿati’l-İslâmiyye, s. 56-59.) İslâm’ın fıtrat dini oluşu, bu dinin insanın yaratılıştan gelen özellikleriyle uyum içinde bulunması demektir. Dolayısıyla İslâm’ın getirdiği hükümler, insanî bir medeniyetin oluşturulması için gereken ihtiyaçları karşılamak durumunda olduğundan İslâm’ın insan fıtratına ters düşen herhangi bir hüküm içermesi düşünülemez. (https://islamansiklopedisi.org.tr/makasidus-seria.)

İslam hukukunun kaynakları “Vahiy ve Akıl” olduğu ve fıtrata hitap ettiği ve fıtratın sesine kulak verdiği için birbiri ile çelişmez, bilakis birbirine güç ve kuvvet verir. Birbirini korur. Bu sebeple Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi “şeriat, insanlardan sudur eden ef’âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülâsasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır.” Bu kanunları yapacak olan da vahiyle çelişmeyen ve ona karşı çıkmayan akıldır.

Toplumda adaletin sağlanması için hürriyet şarttır. Hürriyetin korunması için de adalet, adaletin sağlanabilmesi de “kanun hakimiyeti” gereklidir. Kanun hakimiyetinin olmadığı yerde şahıs hakimiyeti vardır. Şahıs hakimiyeti ise keyfi yönetimi o da istibdadı doğurur. İstibdat ise her nevi zulmün temeli ve insanlığın mahvedicisidir.

Bütün bu sebeplerden dolayı Bediüzzaman Demokrasiyi, Cumhuriyet ve Meşrutiyeti “Adalet, meşveret ve kanunda cem-i kuvvet” olarak tarif eder. (Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 64-66; 69-72.)

Bediüzzaman “Kanun-i Esasi” ile Meşrutiyet yönetimine geçilmesini şeriat naıma alkışlar ve “Ulemanın ‘Meşrutiyet şeriata müsteniddir’ diye yükselen sadâsı, umum ehl-i İslâmın vicdanlarını manyetizmalandırdı” der ve devam eder: “Evet, hem şan ve şeref-i millet-i İslâmiye, hem sevab-ı âhiret, hem cemiyet-i milliye, hem hamiyet-i İslâmiye, hem hubb-u vatan, hem hubb-u din ile mütehassis olmalıyız” buyurur. (Divan-ı Harb-i Örfî, s.45.)

Sonuç
“İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhit ve mükemmeldir ve öyle bir surette kâinatı kendiyle beraber tarif eder ki; onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinatı yapan Zâtın, o kâinatı kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir. Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife yapar, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme alır. Öyle de, din ve şeriat-i Muhammediyede (asm) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki, kâinatı halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu dini güzelce tanzim eden yine Odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmeli ister.” (19. Mektup, 19. Nükteli İşaret, 7. Esas, s. 232.)

Etiketler: Aklî BurhanlarAklı KorumakBediüzzamanDinDini KorumakFukaha-i İslamHayatı korumakhukukMakasıdu'ş-ŞeriaMalı KorumakşeriatŞeriat ikidirŞeriat-ı İslamiyeŞeriatın amaçlarıTemel İnsan haklarıUsulü'd-dinUsulü'l-Fıkh
M.Ali KAYA

M.Ali KAYA

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

EN ÇOK PAYLAŞILANLAR

HÜRRİYET NEDİR?

SİYASAL İSLAM NEDİR?

Hz. HÜSEYİN’İN HÜRRİYET ve HUKUK MÜCADELESİ

ÜRETİMİN GÜCÜ

HÜRRİYET VE DEMOKRASİ İSTEMEYENLER

HÜRRİYET-İ ŞER’Î

YAZI ARŞİVİ

Copyright © 2021 - Her hakkı saklıdır

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat

Hoşgeldiniz

Hesabınıza Giriş Yapın

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Yeni Hesap Oluştur

Kayıt olmak için aşağıdaki formları doldurun

Tüm Alanları Doldurun Giriş

Şifrenizi geri alın

Lütfen şifrenizi sıfırlamak için kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş