M. Ali KAYA
Bediüzzaman hazretleri “Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına… Alevileri fena cereyanlara kaptırmamak, müfrit Rafizîlik ve siyasi Bektâşîlikten muhafaza etmek… Küfr-ü mutlaka girmekten koruyan Âl-i Beyt sevgisini esas alan alevileri ehl-i sünnet dairesine çekmek… Ehl-i imanın vahdetine zarar veren siyasi cereyanlardan Alevileri korumak ve Ehl-i Beyt sevgisini esas alan Nur dairesine çekmek çok önemli bir hizmettir. (Hizmet Rehberi, 1993, s. 81.) buyururken “Siyasi Bektaşilik” ifadesini kullanır. Biz bu ifadeden yola çıkarak siyasette Bektaşilik kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Öncesinde Bektaşilik konusunda kısa bir bilgi verme gereğini de duyduk.
Bektaşiliğin kendisine isnat edildiği Hacı Bektaş-ı Veli (ks) 645/ 1247 tarihinde doğmuştur. Nesebi İmam Musa Kâzım yoluyla Peygamberimize (asm) dayanmaktadır. Şeyh Hoca Ahmed Yesevînin haifesi Şeyh Lokman’dan zahiri ve batınî ilimleri öğrenmiştir. H. 680 M. 1281 yıllarında Anadolu’ya gelmiştir.
Andolu’ya gelmeden önce Hacca gittiği için kendisine “Hacı” unvanı verilmiştir. Önce Kayseri’ye gelen Hacı Bektaş-ı Veli (ks) daha sonra Kırşehir’in bugün Hacıbektaş yöresine gelerek dergahını kurmuş ve halkı irşat etmeye başlamıştır.
Ehl-i Sünnet itikadı ve ameli üzerine hareket eden Hacı Bektaş-ı Veli’nin müntesipleri daha sonra Hacı Bektaş’ın adını kullanarak Bektaşiliği Kur’an ve Sünnetten uzak cerbezeye dayanan amelsiz bir tarikat haline getirmişlerdir. Tarihçiler Bektaşilikle ilgili olarak “Bektaşi dervişi olduğunu iddia edenler namazdan ve oruçtan yoksun ve mezhebi ne olduğu belli olmayan bir anlayış ortaya koymuşlardır. Bu kişilerin Hacı Bektaşi Veli’ye bağlılıkları sadece sözden ibarettir. İnanç ve amel itibarıyla hiçbir alakaları yoktur” demektedirler.
**
Siyaset, insanları iyiye ve doğruya yönlendirmek, toplumda adalet ve asayişi sağlamak için gerekli olan yönetim şeklidir. İnsanlar siyasetle idare edilirler. Bu nedenle toplumda adalet ve asayişin korunması için siyaset şarttır.
Ama ne ki devlet yapısının kurumlarla güçlü olduğu ve devletin gelirlerinin çoğaldığı, hazinenin dolu olduğu bir ülkede yönetime gelenler devleti yönetmek yerine parayı yönetmeyi tercih etmektedirler. Haksızlık, zulüm ve fitne de işte burada başlıyor. Bu nedenle İslâm bilginleri “Devlet hazinesinin zamanında yerli yerine sarf edilmeyerek biriktirilmesi fitnedir” demişlerdir.
Devletin mülkiyetinin olması, hazine arazileri, devlet kadroları siyasi iktidarın yemliği olarak kullanılmaya başlanması haksızlığın, fitnenin ve hukuksuzluğun yolunu açmaktadır. Bu durumda siyaset de hukuk da siyasi iktidarın aleti olabilmektedir. Bu durumda da siyaset amacından sapmakta ve yozlaşmaktadır. Ama ne ki siyaseti ranta dönüştürmek ve devletin imkanlarını haksız yere kullanmak isteyenler “Siyaset politika demektir, politika çok yüzlülük ve yalancılıktır, bunu becerenler iyi siyasetçidir” demekte ve bu durumu savunmaktadırlar.
Partilerini iktidarda gören halk kitlesi parti taraftarlığını spor takımı taraftarlığı ile karıştırarak “Benim takımım şampiyon oldu” mantığı ile “Partim iktidar oldu ya belki bana da bir menfaat sağlayabilir” mantığı ile tüm yanlışlarını savunarak haksızlık ve zulümlerine ortak olmaktadırlar. İşte bu noktada “Siyasi Bektaşîlik” ortaya çıkmaktadır. Bektaşilik dinin tahrifini ve dini değerlerin tahribini netice verdiği gibi, siyasi bektaşilik de siyasî değerler olan doğruluğun, hukukun ve adaletin tahribini netice vermekte, “Hakkaniyete göre” değil “Bana göre” mantığını öne çıkarmaktadır.
Hürriyet ve Demokrasinin değerleri olan “İnsan Hakları” “Barışın ve asayişin temini” gibi tüm vatandaşlara ait olması gereken değerler “Benim gibi düşünenlere göre” “Bana destek olanlara” göre olmaya ve yozlaşmaya başlar. Bu nedenle demokrasinin gelişimi ve kabulü kısa zaman içinde gerçekleşmez.
Bediüzzaman’a “Tarif ettiğin meşrutiyetin/ demokrasinin ne kadarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?” diyenlere “Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zira vahşet, cehalet, husumet gibi hayvani duyguların demokrasinin gelmesini engellemekte olduğunu belirtmiştir. Demokrasi nazik bir sistem olduğundan başkentteki yılanlardan kurtulsa cehalet bataklığından, fakirlik çöllerinden ve düşmanlık kayalıklarından geçerken pek çok eşkiya ile savaşmak zorunda kalmaktadır.
Demokrasiyi tahrip eden ve ve siyaseti yozlaştıranların demokrasi ve hürriyetin faydasını hazmetmeyen, başkasının etini yemeyi meslek edinen, Bektaşi gibi gerçeği değil de işine geleni kabul edip böyle anlamak isteyenlerdir. Bir kısım geveze ve zevzekler de bazı bahanelerle demokrasiyi tenkit ile halkın gözünden düşürmeye çalışmaktadırlar. (Beyanat ve Tenvirler, s. 75-76; Münazarat, 114.)
Bektaşi anlayışı maalesef kendine göre, keyfine uygun yorumlama ve saptırma zihniyetidir. Bunun en meşhur örneği “Bektaşiye ‘neden namaz kılmıyorsun?” demişler. “Kur’an ‘Namaz kılmayın!’ (Nisa 4:43.) ayeti var!” demiş. “Devamını da oku!” dediklerinde “İlerisine hâfız değilim” diye cevap vermiş…
İşte “Bektaşilik!” denince akla gelen ve anlaşılan bu “kendi heva ve hevesine göre” anlama ve yorumlama anlayışıdır. Bediüzzaman bu anlayışın “Nazar-ı hakikate karşı maskaralık” (Muhakemat, 13.) olarak nitelendirir.
Bektaşinin biri fakihlerden birisine “Abdestsiz namaz olur mu?” sorar. Fakih “Abdestsiz namaz olmaz.” diye cevap verir. Bu defa Bektaşi “Ama ben kılıyorum ve oluyor!” der. Fakih, “Biz bu cevabı, gerçeği arayan, Allah’tan korkan ve Allah rızasını amaç edinenlere veriyoruz. Sizin böyle bir amacınız yoksa istediğinizi yapabilirsiniz. Bize sormanız da gerekmez!” şeklinde cevap vermiş ve Bektaşiyi susturmuştur.
Sonuç
Siyasetin amacı toplumun huzur ve refahını temin etmek, hürriyet ve asayişi korumak ve hürriyet içinde kalkınmayı sağlamaktır. Demokrasini amacı topluma bunu sağlayacak olan metotları geliştirmek, siyasetin temel hedefi de demokrasiyi amacına hizmet ettirmektir. Böyle bir amacı olmayanların demokrasiyi ve değerlerini devleti ele geçirme aracı olarak görmesi, sonra devleti kullanarak demokrasiyi kendi heva ve hevesine uydurmasına Bediüzzaman “Siyasi Bektaşilik” adını vermektedir.