“Şeriat aleme gelmiş ta, istibdadı
ve tahakkümü mahvetsin.”
Bediüzzaman
İnsanlar toplum içinde yaşayan ve birbirine muhtaç olan varlıklardır. Toplumda her seviyede insan bulunduğu için onları beraber yaşatacak kurallara ve bu kuralları koyacak mercilere ve bunları uygulayacak, uymayanları uyaracak ve cezalandıracak makamlara muhtaçtırlar. Bütün bu işlere yönetim denir.
İnsanlar iki şekilde idare edilirler. Ya ilimle veya zulümle. Herkes zulümle idare edebilir; ancak insanları ilimle idare etmek bilge idarecilere hastır. Ne zaman halkın başına bilge idareciler geçerse halk mutlu olur ve devlet maddi-manevi terakki eder. Bu bilge idarecileri eğiten ve öğretenler de bilginlerdir. Zamanımızın bilgesi olan Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu açıdan bin yılda yetişen bir dahidir. İstibadın ve hürriyetin tarifini, prensiplerini ve halk üzerindeki etkilerini en güzel şekilde tahlil etmiştir. Bediüzaman’ın dilinden bu tahlillerini inceleyerek okuyanların nazarına sunmak da bizim Bediüzzaman’a bir şükran borcumuzdur. Nur talebelerinin de vazifesi Bediüzzaman’ın fikirlerini anlatmaktır.
Bediüzzaman Kur’anın asrımızda tercümanı olarak bizlere seslenmektedir. Anlattıkları ve yazdıkları kendi görüşleri olmayıp, Kur’anın asrımıza hitabıdır. Bu asır insanına Kur’anın gösterdiği yoludur. Bediüzzaman’a göre demek, Kur’ana göre demektir. Zira Bediüzzaman “Dersini doğrudan doğruya Kur’andan alan, Kur’anın müfessiridir.” Onun için Bediüzzaman Kur’an namına diyor ki:
“İstibdat tahakkümdür, keyifliktir, kuvvete istinat ile cebirdir. Tek bir kişinin tahakkümü ve hakimiyetidir. Su-i istimale gayet müstait bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsani değerleri yok edip, insanlığı imha eder, insanlığı yok eder. Alem-i İslam’ı zillet ve esarete düşüren, düşmanlıkları körükleyen istibdattır. İnsanlar arasına ihtilafı atan da istibdattır. “İstibdat kuvvetini ihtilaftan alır. Bütün eşvakı, şevk ve gayretleri kırıp ye’se, ümitsizliğe atar; tembelliğe sebep olur.”
“İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah Peygamberin emrine uysa ve itaat etse, yolundan gitse O padişah bir halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa peygambere tabi olmayıp, zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar.”
Bediüzzaman 1908’de ilan edilen Meşrutiyete şeriat namına sahip çıktı. Anarşiye, militarist ve Oligarşi idarelerine de karşı çıkmıştır.
Bediüzzaman şöyle der: “Ayasofyada, Beyazıt’ta, Fatih’te, Süleymaniye’de, umum, ulema ve talebeye hitaben nutuklar ile şeriatın ve Meşrutiyetin hakiki münasebetlerini izah ettim. Ve tahakküme, zorbalığa dayanan istibdadın, şeriatla alakası olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: “Kavmin efendisi kavme hizmet edendir” hadisinin sırrı ile “Şeriat aleme gelmiş, ta istibdadı ve tahakkümü mahvetsin” der. Peygamberimizin (sav) bu hadisini idarecilere göstererek halka hizmet etmekle dine uymuş olacaklarını ifade etmiştir. Bu hadisin Demokratik bir idarenin de temel felsefesi olması gerektiğini Emirdağ Lahika mektuplarında izah eder.
Bediüzzaman, Hutbe-i Şamiyede: “Dünya için din feda olunmaz. Ölmüş istibdadı muhafaza için vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meselelerinin feda edilmesinde zarardan başka ne faydası görüldü. Milletin hastalığı zaf-ı diyanettir. Bunun takviye ile sıhhat bulunabilir” diyerek milletin din konusunda cehaleti giderildikçe dünyanın düzeninin geleceğini ve idarenin de böylece daha kolay olacağını anlatmıştır.
“İslamiyet’in meşrutiyetperver ve hamiyetli fedaileri cevher-i hayat makamında bildikleri meşrutiyeti, şeriata tatbik ile ehl-i hükümeti adalet namazında kıbleye irşat ve mukaddes şeriatı meşrutiyet kuvveti ile i’la ve meşrutiyeti şeriat kuvveti ile ibka ve bütün seyyiat-i sabıkayı muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra sağını solundan fark edemeyenler –haşa- Şeriatı istibdada müsait zannederek, tuti kuşları gibi “Şeriat isteriz!” demekle, hakiki maksat ortada anlaşılmaz oldu” ifadeleri ile de meşrutiyet ve demokrasiyi savunan aydınları islamiyetin hamiyetli fedaileri olarak tanımlar.
“İstibdadın hayvanlıktan geldiğini” ifade eden Bediüzzaman “Müstebit kurt, biçare koyunları parça parça etmek, daima kuvvetli zayıfı ezmek hayvanların birinci düsturudur” diyerek baskının zorla bir şeyi kabul ettirmenin ve halkı bir şeye zorlamanın vahşetin gereği, onun da insana yakışmadığını güzel bir şekilde ifade etmişlerdir.
İnsanı medenileştirmek için zaman ki, “Şeriat-ı Garra zemine nüzul etti; ta ki zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin. Fakat va-esefa ki, muhit-i zamani ve mekaninin tesiriyle hilafet saltanata inkılâp edip, istibdat bir derece hayatlandı. Ta Yezid zamanında bir derece kuvvet bularak başını kaldırdığından İmam-ı Hüseyin (RA) Hazretleri, Hürriyet-i Şer’iye kılıcını çekti, başına havale eyledi. Fakat ne çare ki, istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet cevanib-i âlemde zeynab gibi Yezid’in istibdadına kuvvet verdi” ifadeleri ile de Asr-ı Saadette insanlığın gerçek medeniyet ile tanıştığını ve tam bir hürriyet içinde yaşadığını anlatan Bediüzzaman gerçek Cumhuriyet olan Hilafetin istibdada destek olan ve kuvvet veren cehalet ve vahşet ile tekrar Yezid’in saltanatına güç vererek canlandığını güzel bir şekilde anlatır.