1mod.io
Sosyal Medya
Plugin Install : Cart Icon need WooCommerce plugin to be installed.
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Giriş
  • Kayıt
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat
Hürriyet Hukuk İktisat
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa İKTİSAT

HAYEK’E GÖRE KÖLELİKTEN KURTULUŞ YOLU

F. A. VON HAYEK'İN "KÖLELİK YOLU" KİTABINDAN ÖZETLE

M.Ali KAYA M.Ali KAYA
20 Şubat 2021
İKTİSAT
0
HAYEK’E GÖRE KÖLELİKTEN KURTULUŞ YOLU
Share on FacebookShare on Twitter

M. ALİ KAYA
Giriş
“En güçlü silah doğru düşüncedir.”

İçinde yaşadığımız olaylar yarın tarihimizi oluşturur. Günümüzün sıkıntılarını aşmanın yolu geçmişin tecrübelerinden istifade etmektir. Tarih tekerrürdür ve her yirmi beş sene bir nesil ve bir yeni dönemdir. Geleceği görebilmek için geçmişe bakmak lazımdır. Gelecek tehlikeleri de önceden fark etmek suretiyle önleyebiliriz.

Allah insanı eşya üzerinde tasarruf etmesi, madenleri, bitkileri, canlıları ve insanları yönetmesi için yöneticilik kabiliyeti ile donatmıştır. Zenginlik kaynakları da hava, su, toprak, maden, orman ve güneştir. İnsan bunları işleyerek, ham maddeyi mamul hale getirerek üretimi artırır ve faydalı bir faaliyette bulunmuş olur. Bu sebeple insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.

İnsan insana yakışır bir hayat sürdürebilmesi için çalışmak zorundadır. Ancak bu başkasına kölelik yapmak şeklinde olmamalıdır. Başkasının kölesi olmak yerine kendisinin efendisi olmayı tercih etmelidir. Zira Allah insanı hür yaratmış ve ona doğuştan temel haklarını vermiştir. Bu haklar hayat hakkı, eğitim hakkı, din ve vicdan hak ve hürriyeti, mülkiyet hakkı, aile kurma hakkı, seyahat hakkı gibi temel haklar Allah’ın her insana doğuştan verdiği haklardır. Bu haklardan birisinden kişinin gerek baskı ve cebirle gerekse kendi iradesi ile vazgeçmesi ve başkasına devretmesi onu hür olmaktan çıkarır ve köle haline getirir.

Köle olmak tembelliğe meyilli olan insan nefsi için rahat bir durumdur. Zira düşünmenize, öğrenmenize, hürriyetinizi korumaya çalışmanıza gerek yoktur. Hak ve hürriyetinizi korumanız ise büyük bedeller ister. Bu bedelleri ödemeye cesareti, sabrı, gayreti ve iradesi olmayanlar hür olamazlar. Bu sebeple kölelik insanlık tarihinde hep olagelmiştir. Modern çağda da modern kölelik halini almıştır.

Bu makale Fredrıch A. Von Hayek’in “Kölelik Yolu” isimli kitaptan özetlenerek meydana getirilmiştir. Fikirlerin çoğu Hayek’e aittir. Kitap Eylül 2004 Liberte Yayınları tarafından Ankara’da basılmıştır. Herkesin okumasını tavsiye ederim.

İktisadi Faaliyetler Uzun Sürelidir ve Hürriyet Ortamı Gerektirir
Dünyayı bu günkü hale getiren yeni fikirlerdir ve bu fikirleri hayata geçirecek olan insanların güçlü iradeleridir. İnsan iradesine işlerlik kazandıran ise hürriyettir. Kölelik ve esirlik dönemlerinde medeniyet bu günkü kadar gelişmemişti. 1930’lu yıllardan günümüze harikulade bir gelişme olmuşa bunu hürriyete borçludur ve “Hürriyetçi Demokrasi”nin sonucudur.

Totaliter rejimlerde ve baskıcı sistemlerde insanlar hür iradeleri ile hareket edemedikleri için ne ekonomik ve ne de kültürel bir gelişmeyi sağlayamazlar. Korku ve kaygıların, endişe ve güvensizliğin olduğu yerde hür teşebbüs olmaz. Gelecekten kaygı duyulan bir yerde insanlar çalışıp üretim yapmayı düşünmezler, günü kurtarmaya bakarlar. Bu durumda da yatırım ve birikim olmaz.

Medeniyeti oluşturan hürriyet şuurunun fertlerde yaygınlaşması ve insanlarda kabul görmesidir. İnsan zekasının serbest işlemesine mâni olan engellerin kalkması ile arzuların gerçekleşmesi hayat seviyesinin yükselmesini sağlamıştır. Başarının artması ile insanın ihtirasları daha da artmaya başladı. Bu da terakkiyi daha da artırdı.

İşlerin yönetiminde kendiliğinden doğan (spontane) sosyal hadiselere oldukça değer vermeli ve zorlayıcı tedbirlerden oldukça kaçınılmalıdır. Yani, kâinatta ve sosyal hayatta carî olan fıtrat kanunlarına uygun hareket edilmelidir. Liberalizmin “bırakınız yapsınlar” prensibi her ne kadar uygulamada gerekli ve geçerli olsa da bu prensibi uygulama konusunda aşırı inat iyi sonuçlar vermeyebilir. Şartları dikkate alarak esnek davranmak daha akıllıca bir usuldür.

Bir bahçıvanın meyve ve sebze yetiştirmesi için bitkinin büyümesine en elverişli şartları oluşturması gerektiği gibi bir işverenin de yapılacak işleri bulunduğu şartları değerlendirerek en iyi şekilde yapması gerekir.
XIX yüzyılın iktisadî prensipleri bir başlangıç sayılır. Müspet iş ve faaliyetler, özellikle iktisadî gelişmeler zamanla tekâmül eder. Bu da ancak hür bir toplumda gerçekleşebilir. Ancak Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin ifade ettiği gibi “Hayat-ı içtimaiye-i insaniyede bir çığır açmak isteyen kâinatta cari olan kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz; bütün faaliyeti şer ve tahrip hesabına geçer.” Bu kaideye binâen “kanun-u fıtrata” muvafık hareket etme mecburiyeti vardır.
Her şeyde olduğu gibi ekonomik faaliyetlerde de “teşkilatçılık” ve “plancılık” esas olmalıdır. Üretim, pazarlama, tüketim ve bunları meydana getiren faaliyetler planlanarak yapılmalıdır.

İktisadi Faaliyetlerde Devletin Rolü
Devlet insanların hak ve hürriyetlerini koruyan, toplumda asayiş ve güveni oluşturarak insanların iktisadî faaliyetlerini güvence altına alan ve adaleti sağlamaya çalışan bir otoritedir. Bu gücü dikta haline getiren şey, yöneticilerin bu gücü çıkarları için kullanmak istemesidir.

1789 Fransız İhtilalinden sonra Liberallere alternatif olarak çıkan Sosyalistler kendilerini yine de herkese “hürriyet” bayrağı altında kabul ettirmişlerdir. “Modern sosyalizmin temellerini atan Fransız müellifleri, fikirlerini ancak diktatörce bir idare kurarak tatbikata geçebileceklerine inanmışlardı. Onlara göre sosyalizm, cemiyeti hiyerarşik bir şekilde ve şuurlu olarak yeniden teşkilatlandırmak suretiyle ve “manevi bir cebir kuvveti” kullanarak “ihtilali tamamlamak” (Frederik A. Von Hayek, Kölelik Yolu, 2004-Ankara, s.33-34.) gerektiğini dile getiriyorlardı. Sosyalistler bunu dile getirmek için hürriyet isterlerken farklı fikirlere tahammülleri olmadıklarını da ifade ediyorlardı.

Sosyalizmin kurucuları da hürriyetin bütün fenalıkların kaynağı olarak görüyorlardı. Saint Simon kendi planlarına itaat etmeyenlerin “hayvan gibi muamele göreceklerini” ifade etmekten çekinmiyordu. (Age, s.34.) Ama ne ki 1948 sonrası Sosyalistler demokratik cereyanların tesiri altında kaldılar, sosyalizmi hürriyetle güçlendirmek zorunda kaldılar. Bu bir aldatmaca idi. Nitekim A. De Tocgueville “Demokrasi ferdî bağımsızlığın sahasını genişletir, sosyalizm ise daraltır. Demokrasi her insanın kıymetini mümkün olan azami hadde kadar yükseltir, sosyalizm ise her insanı bir vasıta, bir alet, bir rakam haline getirir. Demokrasi ve Sosyalizm yalnız bir kelime ile birbirine bağlıdırlar; müsavât. Fakat aradaki farka dikkat ediniz: Demokrasi hürriyet içinde müsavat, sosyalizm ise sıkıntı ve kölelik içinde bir müsavat ister.” (Age, 34.) diyerek Demokrasi ile Sosyalizm arasındaki farkı çok vazıh bir şekilde göstermiştir.

Sosyalizmin uygulamasını sağlamaya çalışan Komünizmin “sınıfsız bir cemiyet kurma” iddiası fıtrata aykırı olduğu için büyük bir istibdat ve baskı ile uygulamaya geçildiği halde insana, topluma ve insanlığa hiçbir faydası olmadığı gibi büyük bir zulüm ve baskıyı netice vermiş, bırakın zenginliği ve iktisadî kalkınmayı sağlaması sefalet ve fakirliği artırmıştır. İnsanlar ekmek için hürriyetlerinden vazgeçildiği zaman ekmeklerinden de mahrum kaldığının en açık bir tecrübesini oluşturmuştur. Bu sebeple Komünizm yıkılmıştır.

Peter Drucker “Marksizm ile hürriyet ve müsavata erişmenin mümkün olduğu kanaati tamamen yıkılmıştır” der. Bu tecrübelerden anlaşılıyor ki devlet insanın hürriyet alanına ne derece müdahale ederse ülkede iktisadi hayat o kadar geri gider. Zira insanlarda fıtrî olarak mülkiyet duygusu vardır. Bu fıtrî duyguya aykırı bir durum insanların çalışma şevkini ve aşkını söndürür. Bu da üretimi artırmak yerine azaltır.

İktisadi kalkınmayı sağlamak için devletin planlama yapması gerekir; ama istenen amaca ve hedefe ulaşmak için hükümet fertlerin bilgi ve teşebbüslerine en geniş imkanları sağlayacak şartları hazırlayıp çalışma ve üretme şartlarını bizzat fertlere bırakması gerekir. Liberalizm insanların ahenkli bir düzen dahilinde gayret sarf etmelerini sağlayan “rekabet” duygusunu harekete geçirmeye çalışır. Bu durumda fertler iktisadi faaliyetlerini yaparken üzerlerinde bir otorite ve bir baskı hissetmezler.

Devlet rekabet ve hürriyeti sınırlandırmamakla beraber iktisadi hürriyet ve rekabete engel olan hususlarda, zehirli maddeleri yasaklamak, çalışma saatlerini düzenlemek gibi tedbirleri alır. Yani, devlet fertlerin, vatandaşların iktisadî faaliyetlerine yardımcı olur. İktisadi faaliyetleri ise fertler ve vatandaşlar yaparlar.

Planlı İktisat ve Demokrasi
Adam Smith, “Fertlere sermayelerini ne şekilde kullanacaklarını emretmeye kalkışacak bir devlet adamı, pek lüzumsuz bir meşguliyet yüklenmiş olmakla kalmaz, üstelik hiçbir meclise, hiçbir senatoya güvenle emanet edilemeyecek kadar büyük bir otorite elde eder ve bu kudret, onu kullanmaya kendisini ehil zannedecek kadar deli ve kendini beğenmiş bir adamın elinde, en tehlikeli halini alır” demiştir.

Komünizm, sosyalizm ve faşizm gibi kolektif sistemlerin bütünü cemiyeti istedikleri gibi yönlendirme ve dizayn etme eğiliminde oldukları için ferdî faaliyetlere ve özel teşebbüslerin faaliyetlerine izin vermezler. Yani, tüm kolektif sistemler totaliterdir. Buna ortaklık şirketleri de dahildir. Toplumsal amaç, müşterek menfaat, umum fayda gibi müphem, belirsiz tabirlerle amaçlarını ifade ederler. Bu da hedefsizliği netice verir ve ferdî teşebbüsü öldürür.

İşin başında mükemmeliyetçilik iddiası vardır. Noksansız bir mükemmellik planlanır, umumi gayeler içinde ferdin faaliyetleri ve ihtiyaçları düşünülmez. Yine bunda “noksansız bir ahlakî meziyet” hedeflenmiştir; ama insanların psikolojileri ve yanlış yapma eğiliminde olmaları ve nefsani davranmaları hesaba katılmaz.
Bu durumda yapılması gereken belli sınırlamalar dahilinde insanların bireysel ihtiyaçlarını ve başkalarının kabul ettikleri değerlere uyma konusunda serbest bırakılmasıdır. Fert başkalarının baskısından masun kalmalıdır. Ferdi kendi kararlarının hâkimi kabul etmekle ferdin iradesine saygılı olmak ferdiyetçiliğin esasıdır. Zaten fert kendi amacını gerçekleştirirken dolayısıyla dahil olduğu kolektifin ve toplumun da ihtiyaçlarına hizmet etmektedir.

Fertler bazı ortak amaçlarını gerçekleştirmek için birleştikleri taktirde meydana getirdikleri teşkilat kendine has gayeler manzumesine malik olur. Devlet de böyle bir teşkilattır. Bu durumda böyle bir teşkilat şahıs olmaktan çıkar tüzel kişiliği olan bir şahs-ı manevi olur.

Demokratik bir devlet planlı iktisat prensibi üzerine anlaştığı gibi, planın amacı konusunda da anlaşmalıdır. Yoksa amaçsız bir seyahate çıkan yolcularını durumuna düşer ve sonuçta hiç istenmeyen bir neticeye de ulaşabilir. Beceriksiz parlamenterlerin iktisadı planlaması sonucu toplumda ekonomik sıkıntı meydana geldiği zaman toplum bu defa işlerin düzelmesi için bir diktatörün bu işleri düzelteceği anlayışına ve arayışına götürür. Almanya’da Hitleri iktidara getiren bu anlayıştı.

Toplumun iktisaden gelişmesi için de hürriyete ihtiyaç vardır. Lord Acton şöyle demiştir: “Hürriyet, daha yüksek siyasi bir gayeye varmak için bir vasıta değildir. Hürriyetin kendisi en yüksek siyasi gayedir. Hürriyete, iyi bir âmme idaresine sahip olmak için değil, cemiyet hayatının ve hususi hayatın en yüce gayeleri peşinde koşarken emniyet içinde bulunabilmek için ihtiyacımız vardır.”

Demokrasi ise esas itibarıyla dahili asayişi ve ferdî hak ve hürriyetleri korumak için insanların ulaştığı faydalı bir yönetim usulüdür. Planlı iktisat diktatörlüğü doğurabilir. Zira diktatörlük bir ideali zorla gerçekleştirmek için en iyi bir baskı vasıtasıdır. Demokrasi ise hürriyetin imhasına engel olur. Şayet demokrasi ferdî hürriyetin teminatı olmaktan çıkarsa o zaman o da diktayı netice verir. Burada esas olan ve korunması gereken hürriyettir.
Kaynağını çoğunluğun iradesinden alan bir iktidarın keyfi olmayacağı ve diktaya dönüşmeyeceği şeklindeki bir anlayışın yanlışlığı seçimle gelen ve seçilerek diktanın en alasını pek çok ülkede yaşayarak görüyoruz. Bir iktidarı keyfî olmaktan alıkoyan tek şey, bu iktidarın kaynağı değil, sınırları olan yasalardır. İstişareden, kanun hakimiyetinden yoksun her iktidar diktayı doğurur.

Planlı İktisat ve Kanun Hâkimiyeti
Bir ülkenin hür olduğunu gösteren tek kıstas ve ölçü “Kanun Hakimiyeti”dir. Kanun hâkim olursa ihtiyaca göre geliştirilir, tecrübeye göre değiştirilir; ama keyfilik ortadan kalkar. Böylece herkesin hatt-ı hareketi o kanuna göre ayarlanması kabil olur. Hukuk kurallarının hâkimiyet ve müessiriyeti bakımından, kuralın muhtevasından çok herkese her zaman istisnasız tatbik edilmesinin ehemmiyeti vardır. Kanunların uygulanmasında “imtiyaz” olmamalıdır.

Hukukun hakimiyeti kuralı ancak liberal çağda şuurlu bir tekâmüle mazhar olmuştur. Kant ve Voltaire gibi hukukçu düşünürler “İnsan kanunlardan başka hiç kimseye itaat etmek mecburiyetinde olmadığı sürece hürdür” demişlerdir.

Ülkede kanun hakimiyeti de olsa Hilaire Bellok “Servetlerin istihsalini kontrol etmek, bütün insan hayatını kontrol etmek demektir” demiştir. Bu baskıdan kurtulmanın yolu ise, “Serbest Piyasa” şartlarını oluşturmak ve “Rekabet” gücünü harekete geçirmek gerekir.

Zira, istihsalin ve fiyatların kontrolü devlete sınırsız bir güç bahşeder. Bu durumda müstahsil olarak devlete bağlı olacağımız gibi müstehlikler de devlet otoritesinin arzularına göre hareket etmek zorunda kalacaktır. Bu durumda hürriyetler oldukça kısıtlanır. Rekabete dayalı bir toplumda ise fiyatını ödemek şartı ile birçok şey elde edilebilir. Bazen bu fiyat korkunç pahalı da olsa bu imkân vardır. Aksi taktirde her şey iktidar ortaklarının lütuflarından beklemek durumunda kalınır.

Rekabete dayalı hür bir cemiyette, fakir, zenginden çok daha az imkana sahiptir. Ama böyle bir cemiyette yaşayan bir fakir, despotik bir nizama sahip cemiyetten daha fazla maddi refaha sahip hür bir birey olur. Toplumun genel refahından da istifade eder.

Devlet bütün iktisadi hayatı bir plan dairesinde idare etmeye kalkıştı mı, muhtelif toplulukların ve fertlerin layık oldukları sıra ve mevkilerin tayini meselesi, ister istemez en mühim siyasî mesele haline gelecektir. Kime ne vereceğini sadece devlet gücü tayin edecekse herkes bu güce katılmak isteyecektir. Her iktisadî mesele ayrıca siyasi bir mesele olacaktır. Bu durumda belirleyici ve dağıtıcı kim olacaktır? Bu hususu Lenin’in “Kim? Kimin için?” sloganı çok açık ifade edecektir.

Kim kimin için planlar yapacak? Kim kimi sevk ve idare edecek? Kim insanların hayattaki mevkilerini tayin edecek? Kim ne zaman hangi şartlar altında ne alacaktır? Bütün bunları iktidarın tepesinde olanlar karar verecektir. Devlet tayin edeceği memurlarını belli kanunlar çerçevesinde eşitliği sağlayacak şekilde tayin edecek ve onların görev ve sosyal haklarını ve maaşlarını tayin edecektir. Bu ayrı meseledir; toplumun iktisadi faaliyetlerini tayin etmesi ve kontrol etmesi ayrı meseledir. Hür bir sistem ile totaliter sistem arasındaki fark da buradadır. Totaliter sistem toplumu dizayn etmek için iktisadi faaliyetleri düzenlemeye başlayarak gücü ele geçirir ve kölelik bu şekilde başlar.

Güvenlik ve Hürriyet
1917 yılında Komünist ihtilali yapıldığı zaman V. D. Lenin “Bütün toplum tek bir fabrikaya ve büroya dönüşecek, eşit işe eşit ücret ödenecektir” demiştir. L. Trostsky ise 1937 yılında “Tek işverenin devlet olduğu bir ülkede muhalefetin anlamı, yavaş yavaş ölüme mahkumiyettir. ‘Çalışmayana ekmek yok’ diyen eski prensibin yerini artık, ‘boyun eğmeyene ekmek yok’ prensibi almıştır” der.

Ekonomik güvenlik kavramı muğlak bir kavramdır. Güvenlik kavramı hürriyetin alanını daraltıp yok edecek en büyük tehdittir. İki çeşit güvenlik vardır. Birincisi fertlerin güvenliğini garanti altına alan kimseye imtiyaz tanımayan güvenlik. İkincisi hür bir toplumda kimsenin erişmeyeceği bir hürriyet ve imtiyazı ifade eder. Ama bu kimseye bir imtiyaz olarak verilmemelidir; ancak hürriyeti ve güvenliği toplum için hayatî önem arz eden yargıçlar ve belli kişiler için verilebilir.

Hürriyetin bir bedeli vardır. Fertler olarak hürriyeti koruyabilmek için maddi fedakarlıkta bulunmak şarttır. Bu konuda Benjamin Franklin şöyle der: “Geçici bir güvenlik uğruna hürriyetlerini feda eden insanlar ne hürriyete ve ne de güvenliğe layık değillerdir.” Ayrıca iktisadî hürriyet ve güvenlik olmadan hürriyetin bir kıymeti yoktur. Hürriyet ancak mülkiyetle ve kişinin kendi mülkiyetinde istediği gibi tasarrufta bulunabilmesine bağlıdır.

Neden Kötüler Zirvededir?
“İktidar su-i istimale yatkındır. Mutlak iktidar ise su-i istimalsiz yapamaz.” (Lord Acton)

Bütün iyi insanların demokrat olacağını veya hükümette yer almak isteyeceklerini bekleyerek kendimizi aldatmayalım. Siyasal katılım görevini kendisinden daha yetenekli bulduğu için başka insanlara emanet etmeye hazır çok kişi vardır. En iyi sistemi kötü insanlar zamanla bozabilirler.

Güçlü kalabalık homojen görüşlü bir grubun toplumun en iyi değil, aksine en kötü insanlarca oluşturduğunu açıklayan üç sebep vardır. Birincisi, insanların öğrenim ve algılama düzeyi geliştikçe görüşleri ve zevkleri de farklılaşmaktadır. İnsanların güce karşı büyük hayranlığı vardır. Bu sebeple diktatörlerin hayranları çok olur. Diktatörler de söylediği parlak yalanlarla insanları etkilerler. Hitler’in dediği gibi “Bir yalanı ne kadar yüksek perdeden dile getirirseniz insanları o kadar çok inandırırsınız.” İnsanlar hayran oldukları liderlerin ağzından çıkan her şeye son derece inanırlar. Bunların gerçekle alakası olmadığını söyleyenlere toplum hain ve lider düşmanı olarak görürler. Bunun için doğru söyleyenlerin sözleri kabul görmez.

Başarılı bir demagog taraftarlar ordusunu radikal bir yığına dönüştürmeyi başarır. Toplumda düşman üreterek liderlerine karşı olan herkesi fitneci ve hain olarak damgalarlar. “Dış düşman” ve “Yahudi” “PKK” “FETÖ” gibi düşmanlar ortaya çıkarılır. Bu harici ve dahili düşmanlara karşı “Vatanın Bekası” için “Dünya Liderinin” yaşaması lazımdır. Zira bu kadar çok düşmana karşı ancak böyle dünya lideri birisi bu ülkeyi koruyabilir.
Kolektivist topluluk, ancak bireyler arasında amaç birliği mevcut olduğu ölçüde var olacaktır. Modern insanlar arasında kusurlarını ve günahlarını daha büyük topluluklara tevdi etmiş olmak yüzünden kendilerini günahsız ve kusursuz saymak gibi bir eğilimin güçlendiği görülmektedir.

Bernard Shaw “Dünya büyük ve güçlü devletlere aittir; küçük ülkeler sınırları içinde sıkışıp kalmaya veya yok edilmeye mahkumdur” demiştir. Planlamacılar enternasyonalizme karşı tavır takınmalarının sebebi toplumun dış dünya ile olan temasının planlamaya engel oluşturmasıdır. Planlamacıların nasyonalist ve emperyalist eğilimleri genellikle bilindiğinden daha güçlü ve daha yaygındır. Bu eğilim küçük devletleri hor gören büyük devlet imajına ise imajına ise kutsiyet verecek derecede saygı duyarlar.

Üretim ve Sanayinin Devletleşmesi
E. H. Carr, “Sanayinin kamulaştırılması, düşüncenin de kamulaştırılmasını netice verir” demektedir. İnsanları belli hedefler sistemine hizmet ettirmenin en etkin yolu onları bu hedeflere inandırmaktır. Bunu da en iyi devlet yapar. Devlet bir şahs-ı manevi ve tüzel kişilik olduğu için devleti yönetenler yapar. Devlet kurumlardan ibarettir. Bu kurumları yönetenlerin zihniyeti ve anlayışı ne ise halkı o yönlendirir. Devlet kurumların gücüdür, bu sebeple özellikle diktatörler devlet gücünü ele geçirdikten sonra onu kendi emelleri ve amaçları yolunda kullanırlar bu sebeple devlet gücü ile kendi iktidarlarını güçlendirirler. Devlet, yasama yürütme ve yargı gibi kuvvetler ayrılığıdır. Birbirinden bağımsız ve birbirini denetleyen kurumlardır. Bunları birileri kendi amacına kullanmaya başlamış ise orada diktatörlük ortaya çıkar.

Totaliter ülkelerde baskı duygusu liberal ülkelerden daha az hissedilir. Bunun sebebi despotik ülke halklarının devleti kutsayarak her şeyi devletten bekleme eğiliminde bir toplum inşa etmiş olmalarındandır. Toplum devleti yönetenlerin yalanlarını gerçek kabul eder ve onların vaatlerine inanır ve büyük beklenti içine girer, aldatıldıklarını da asla kabul etmezler.

Devleti yöneten diktatörlerin bu başarısının sırrı değişik propaganda yöntemleridir. Başarılı bir propagandist halkı istediği yönde düşünmeye sevk edebilir. Çünkü cahil halk güce hayrandır ve devletine çok güvenir ve ondan gördüğü az fayda ve beklenti onda büyük bir gurur ve hayranlık uyandırır.

Halkın gayretini kazanmayı ve yönlendirmeyi sağlayan “resmî doktrin” “ideolojik devlet” anlayışının halka benimsetilmesidir. Bu da daha çok diktatörlerin “idol” haline getirilmesi ve devletin eğitim kurumlarında gerçek bilgi gibi okutulması ve devletin resmî Üniversitelerindeki ilim adamlarının da resmî ideolojinin propagandisti olması ile topluma yerleştirilir.

Halka kendi ideolojilerini kabul ettirmenin etkili bir yolu da toplumun daha önce kabul ettiği ama hakikatini bilmedikleri milli ve manevi değerleri ideolojik değerden farklı olmadığına inandırmaktır. Bunun için eski kavramları kullanmak; ama anlamlarını değiştirmektir. Kavramların anlamını değiştirirseniz kavramı değiştirmiş ve istediğiniz amaca hizmet ettirirsiniz. Bunu da entelektüel sözde ilim adamlığı kisvesindeki insanlar yapacaklardır.

Bu kavramların başında gelenler “Hürriyet” “Cumhuriyet” “Demokrat” kavramlarıdır. Bu kavramlar gerçek anlamı dışına çıkarılarak istibdada alet edilir, böylece bu kavramların yanlış kullanılması ile gerçek hürriyetçi, cumhuriyetçi ve demokratlar da halkın gözünden düşürülmüş, toplum hürriyet, cumhuriyet ve demokrat düşmanı yapılarak gerçek müstebitlerin önündeki engeller de bu şekilde kaldırılarak istibdadın devamına hizmet edilmiş olur. Halk ister istemez, “Başka alternatif yok en iyisi yine mevcut istibdat” demek zorunda bırakılır. Zaten demokrasi alternatif üreten bir sistemdir; istibdat ise alternatifleri yok eden bir sistemdir.

Modern Kölelik
Kölelik tarih boyunca vardı. Günümüzde ise modern şekilde devam etmektedir. İslamiyet köleliği yasaklamış devletlerin yasaları da bunu kabul etmiş olmasına rağmen kölelik farklı boyut ve şekillerde devam etmektedir. Günümüzde insan ticareti, zorla çalıştırma, borç esareti altına sokma gibi süreçler köleliğin yeni versiyonlarıdır.
Kölelik nihayet XX. Yüzyılda yasaklanmış ve kaldırılmış olmasına rağmen farklı alanlara taşınarak kayıt dışı çalıştırılarak, ırka dayalı ayrımcılık yapılarak zorunlu şekilde çalıştırma yöntemleri ile devam ettirilmektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) “Zorla çalıştırma” kavramını modern kölelikle eş anlamlı olarak kullanmaktadır. İnsan ticareti ve zorla çalıştırma devlet sınırlarını da aşarak uluslararası bir kölelik biçimi halini almıştır. Bu sebeple ulus devletleri aşan bir problem haline dönüşmüştür.

Araştırmacılar bu nevi köleliğin gelişme kaydetmesinin sebebi siyasal iktidarlarına toplum üzerinde kurdukları baskılardan kaynaklandığı, yoksa hiç kimsenin kendisine köle muamelesi yapılmasını kabul edemeyeceğini ifade etmektedirler. Özellikle bankaların insanları bireysel borçlanmaya teşvik ettiği, bireylerin bankalara olan borçlarını ödeyebilmek için hayatının 10 ve 20 senesini borç ödemek için karın tokluğuna çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu borç esareti köleliğin tanımımı farklılaştıran yapıya bürünmüştür. Buna sebep olan en önemli etken de siyasal iktidarların ekonomik politikaları olmuştur.

Günümüzün modern köleliği eski kölelik sisteminden daha fazla bedeller ödetmektedir. Eskiden mülkiyet sahipleri insanları köleleştiriyordu, günümüzde ise sermaye sahipleri bunu yapmaktadır. Sermaye küresel düzeyde ucuz iş gücünü tercih etmesi de bu durumu daha da artırmaktadır.

Tehdit yoluyla zorla çalıştırma, istismar yoluyla özel mülkiyet kontrolü, insanı meta haline getirme, hareket hürriyetini kısıtlama ve asgari ücretin altında ödeme yoluyla ekonomik sömürü sonuçta modern köleliği netice vermektedir. Bunun sebebi de işsizlik ve aşırı yoksulluktur.

Modern köleliği devam ettiren unsurların en önemlilerinden birisi de fakir ülkelerde Budist rahiplerinin ve bazı Müslüman din alimlerinin fetvaları ile desteklenmektedir. Sözleşmeli kölelik ise, işletme sahiplerinin çalıştırdıkları işçilere imzalattıkları sözleşmeler ile sağlanmaktadır. Ancak bunlar kölelik şartlarında çalıştırılmakta, sözleşmeler ise doğacak yasal sorumluluktan kurtulmak için bir araç olarak elde tutulmaktadır.

Modern kölelik yapısallaşmış ve kronikleşmiş bir sorundur. Yapılan çalışmalar sonunda gelişmiş ülkeler bun çare bulmaya çalışmaktadır. Ancak modern kölelikle mücadele sorunlara gündelik çözümler üretme şeklinde değil, demokratik sistemin en güzel şekilde uygulanması ile başarıya ulaşılabilecek bir durumdur. Bunun için insanların hürriyet duygusunu geliştirmek, hak ve hürriyetlerine sahip çıkmaları ve bunun için çalışma ve gayretli olmaları gerektiğini öğretmek gerekir. Yaşanan tecrübeler de bu konuda yardımcı olacaktır. İnsanlık sonunda özlenen hürriyet ortamına geç de olsa ulaşacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler: demokrasiHayekhukukhürriyetKölelikLiberalizmModern KölelikMülkiyetSosyalizm
M.Ali KAYA

M.Ali KAYA

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

EN ÇOK PAYLAŞILANLAR

HÜRRİYET NEDİR?

SİYASAL İSLAM NEDİR?

Hz. HÜSEYİN’İN HÜRRİYET ve HUKUK MÜCADELESİ

ÜRETİMİN GÜCÜ

HÜRRİYET VE DEMOKRASİ İSTEMEYENLER

HÜRRİYET-İ ŞER’Î

YAZI ARŞİVİ

Copyright © 2021 - Her hakkı saklıdır

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat

Hoşgeldiniz

Hesabınıza Giriş Yapın

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Yeni Hesap Oluştur

Kayıt olmak için aşağıdaki formları doldurun

Tüm Alanları Doldurun Giriş

Şifrenizi geri alın

Lütfen şifrenizi sıfırlamak için kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş