M. ALİ KAYA
İbn-i Haldun ilk sosyolog ve toplum araştırmacısıdır. Asıl adı Ebu Zeyd Muhammed bin Abdurrahman ibn-i Haldun’dur. Miladi 19 Mart 1334, Hicri Ramazan 733 tarihinde Tunus’da dünyaya geldi. Daha sonra kendisini tarih ilmine verdi. Toplumları inceleyerek sosyal olayları değerlendiren ve günümüz sosyolojisinin temellerini atan ilk bilgin sayılır. Fas, Tunus, Cezayir, Gırnata ve Mısır’ı gezdi. Genelde katiplik ve kadılık görevlerinde bulundu. Gırnata hükümdarı onu Kastilla kıralı zalim Pedro katına elçi olarak göndermiştir.
1374-1378 yıllarında kendisini araştırmaya veren İbn-i Haldun “Mukaddime” isimli eserinin ilk çalışmalarını yapmıştır. Tunus hükümdarı Ebu’l- Abbas’tan çok iyi bir kabul gören İbn-i Haldun 1380 yılında eserini yazmaya muvaffak olur. Oradan hacca gitmek niyeti ile yola çıkar, ancak Mısır’da Memluk sultanı Malik Zahir Berkuk ona El – Ezher üniversitesinde müderrislik görevi verir. Hizmetten kaçmayan İbn-i Haldun burada bir müddet kalır. 1385 yılında hac vazifesini ifa eder ve Mekke’de iki sene kalır. Daha sonra Mısır’a tekrar döner. 1392 yılında “Mukaddime” isimli eserini tekrar gözden geçirir ve düzelterek tamamlar. Nihayet, Mısır’da 1394 de 62 yaşında vefat eder.
İbn-i Haldun’a göre “Bir devletin ömrü tabiisi bir insanın ömrü tabiisi kadardır. Bu da en fazla seksen ila yüz sene kadardır. Devletin ilk kuruluşunda vergiler azdır. Bununla beraber vergi ve mal çok toplanır. Devlet yıkım aşamasına gelince tebaaya çok ağır vergiler yüklenir; ama para ve mal az toplanır. Vergi az oldukça tebaa çalışır, gayret eder ve çok kazanır, ülkede bayındırlık olur. İstihsal artar, mal ve para kazanma yolu çoğalır. Bir ülkede bayındırlık artar ve vergiler azalırsa o devletin hakimiyeti devamlı ve istikrarlı olur.
Devletin ziraat ve ticaret ile meşgul olması tacirleri ve çiftçileri zor durumda bırakır. O zaman tüccarlar ve çiftçiler işlerinden vazgeçerler. Vergi toplama zorlaşır. Devletin kazanç için yaptığı masraf vergiden elde edeceği kazançtan çok fazla olur. Bazen da büyük zararlara girer, ama işçilere ve memurlara vereceği maaşlar devam eder.
Tebaa ne kadar fazla çalışırsa üretim o derece fazla olur. Mal ucuz olur ve kazanç çok olur. Fazla vergi toplanır. Tebaa çalışmazsa üretim azalır, fiyatlar artar. Halkın zenginleşmesi servetin artması, devletin gelirlerini çoğaltır. Zamanla devletten menfaat bekleyen ve çalışmayanlar çoğalırsa devletin yapısı hantallaşır. İhtiyaç çoğalır, yeni ve ağır vergiler gelir. Ümitler boşa çıkar ve tebaa az çalışır. Ülkenin bayındırlığı bundan zarar görür. İstihsal azalır, vergiler çoğalırsa devlet vergi toplayamaz ve bundan da devlet zarar görür. Yurdu imar etmenin ve bayındırlığın temeli tebaaya az vergi yüklemektir. Bunun neticesinde istihsal artar. İstihsal artarsa vergi çok toplanır.
Devlet yıkıma doğru gittiği dönemde pazardan satılan her şeyden vergi alınmaya başlanır. İsraf arttıkça artar. Devlet israf ve masrafa boğulur. Askerlerin ücret ve aylıkları da artar, ihtiyaçlar çoğalır. Lüks ve israfa alışmış devlet memurları adetlerinden vazgeçmezler.
Devletin memurlara verdiği ücretleri azaltması devletin gelirini eksiltir. Zira piyasaya para akıtan ve ticareti hareketlendiren işçi ve memurlardır. Bunlar diğer halktan ziyade alış-veriş yaparlar, böylece piyasa hareketlenir. Memurlar kendilerine verilen parayı biriktirmekten ziyade harcamaya meyillidirler. Memur ve işçilerin gelirleri kısılırsa pazarlarda durgunluk başlar. Ticaret malları az kar eder. Bu da vergilerin azalmasına sebep olur, böylece devletin geliri azalmış olur. Para ile servet, tebaa ile devlet arasında ortak olup devletten tebaaya, tebaadan devlete dolaşır durur. Devlet parayı saklarsa tebaanın eline para geçmez. Ticaret sukuta uğrar ve devletin gelirlerinin azalmasına sebep olur.
Rızkı veren Allah’tır. Fazl ve keremi ile muvaffakiyet bahşeder. Helal rızkın kaynağı ziraat, ticaret ve sanattır. Bunların hepsi Allah’ın rızık kapısıdır ve ihsanıdır. Yukarıda bahsettiğimiz şeyler ise Allah’ın kulları için vazettiği kanunlarıdır.
Zulüm bayındır memleketleri yıkar. Ülkenin bayındırlığına zarar verir. Zulümle elinden malı alınan veya zulümle hakkı verilmeyen kimsenin çalışma şevki kırılır, kazanç hususundaki ümit ve emeli de felce uğrar. Böyle bir insan çalışmaz, tembelliğe meyleder, boş kaldığı zaman da pek çok fitne ve fesadın oyuncağı olur. Böylece devletler yıkılır.
Devlet adilâne hak sahibine hakkını verir ve haksız cezalandırırsa tüccar, ehl-i ilim ve müteşebbisler devlete güvenir ve gayretle mahrumiyetlere katlanarak çalışır. Bilir ki mahrumiyet geçicidir. Çalışmasının karşılığını alma imkanı vardır.
Yaklaşık 700 sene önce yaşamış, ayrı ayrı devletlerde çalışmış bir filozofun devlet ve ekonomi konusunda tecrübelerini ihtiva eden görüşlerinin zamanımızla bir ilgisi olabilir mi?! Ortaçağın günümüz medeni ve gelişmiş devletleri ile ilgisi elbette yoktur. (!) O günün şartları ile günümüz şartları elbette kıyaslanamaz. Biz ne yaparsak yapalım devletimiz ilâ nihâye kıyamete kadar devam edecektir. Hiç kimsenin bize akıl ve fikir vermesine gerek yoktur. Vesselam…