M. Ali KAYA
Giriş
Yüce Allah kainatı insan için, insanı da kendisine iman ve itaat için yaratmıştır. Kelam-ı kadimi olan Kur’ân-ı Kerimde “İnsanı halife-i arz olarak yarattığını” (Bakara, 2:30.) Her şeyi de insanın istifadesi için yaratıp tanzim ettiğini (Bakara, 2:29.) ifade eder. “yeryüzünde temiz ve helal olan her şeyden istifade ederek” (Bakara, 2:60, 168; Maide, 5:87-88.) şükretmemizi istiyor.
Dinimiz hayat dini, fıtratın sesi ve sosyal hayatın düzeni olduğu için “Namazsan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın” (Cuma, 62:10.) emrediyor. Helal kazancın da ibadete eş değer olduğunu ifade ediyor.
Peygamberimiz (asm) Allah’ın herkese bir rızık kapısı açtığını, bu sebeple “Allah’ın açtığı rızık kapısını bir başka kapı açmadan kapatmamak gerektiğini” (İbn-i Mâce, 2:727.) söyleyerek sahip çıkılmasını istiyor. O rızık kapısını muhkem tutmasını, çalışmasını ve genişletmesini, o vasıta ile insanlara faydalı olunmasını istiyor.
İnsanlığa ve tüm canlılara faydalı olmak, yeryüzünü tertip ve tanzim etmek, bir nevi varlıkları yönetmek ve onlara hizmet etmektir. Bu amaca hizmet için Peygamberimiz (asm) “Kim bir ağaç dikerse onun meyvesinden insan olsun, sinek olsun, hırsız olsun, kuş ve kurt olsun yiyen ve istifade eden herkese sadaka olur ve dikene sevap kazandırır. Bunun için kıyamet kopuyor görseniz elinizdeki fidanı dikin” (Buhari, 3:28; Müslim, 3:1189.) buyurmuşlardır.
İslamiyet dilenciliği ve başkasının sırtından geçinmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz (asm) “Müslüman dilenmeden yaşar, helal kazanır, komşularına ve insanlara faydalı olursa Allah’ın huzuruna yüzü ayın on dördü gibi parlayarak ve gelir” (Beyhaki, Şuabu’l-İman, Mişkat, 2:658.) buyurmuşlardır.
Allah insanı çok geniş kabiliyetlerle yaratmış ve sayısız ihtiyaçlarla donatmıştır. Tek başına ihtiyaçlarını temin edemez. Çocukluğunda yardıma ve himayeye, büyüyünce eğitime, ihtiyacı olan yiyeceğe, giyeceğe, barınağa ve hastalıklardan ve düşmanlarından korunmaya ihtiyacı olacaktır. Bu sebeple toplum içinde yaşamaya ve başkalarının yardımına muhtaçtır. Toplumda yaşarken kendi faydasına hizmet ederken şuurunda olmadan istemese de toplumun ihtiyacına hizmet etmiş olur. Görünmeyen bir el toplumu mükemmel bir şekilde idare eder, ki bu görünmeyen el, Allah’ın kaderi ile tanzim ettiği, irade ve kudreti ile işlediği kudret elidir.
İktisat ve ekonomi insanın bu ihtiyaçlarını sınıflandıran, düzenleyen ve belirleyen bir ilim dalıdır. İnsanların daha bilinçli ve daha kolay yaşamalarına ve ihtiyaçlarını daha düzenli gidermeye hizmet eder.
Peygamberimiz (asm) “Allah dermansız dert yaratmamıştır” (Buhari, 7:158; İbn-i Mâce, 2:1138.) buyurur. Dermansız dert yaratmadığı gibi çaresiz bir sıkıntı da yaratmamıştır. Bu sebeple fakirlik kader değil, tembelliğin ve çalışmamanın sonucudur. Bunun için Bediüzzaman “Ataletin mücazatı sefalet. Öyle de sa’yin sevabı olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat. Zehirin ikabı bir maraz, panzehirin sevabı bir sıhhattır” (Lemaat) buyurur.
Peygamberimiz (asm) “İnsanlardan dilenme; Allah’tan iste!” (Ebu Davud, 1:382.) buyurarak çalışmaya ve tembelce tevekkül değil, sa’y-ü gayretle Allah’tan rızık talebini emretmiş ve “Veren el alan elden üstündür” (Buhari, 2:133.) demiştir.
Çalışma ve Helal Kazanç
İmam-ı Gazali, “Şeriatın gayesi insanların refah ve saadetidir. Bu da insanların inançlarını, hayatlarını, nesillerini, akıllarını ve mallarını korumakla mümkündür. İslamın esasları ferdin ve toplumun yararınadır. Şeriatın ahkamının amacı da budur” der. (El-Mustasfâ, Kahire-1937, s. 1:139-140.)
Peygamberimiz (asm) “En helal kazancın el emeği ve alın teri” (İbn-i Mace, 2:732; Nesai, 7:212.) olduğunu haber verir. Ancak bu yine helal ve meşru yolla ve meşru kazanç vasıtaları ile olacaktır. Peygamberimiz (asm) “Allah’tan korkun ve helal rızka bakın, haramı terk edin” (İbn-i Mâce, 2:725.) ferman eder.
Bediüzzaman “Mevcuda iktifa dûn-himmetliktir” yani, gayretsizlik ve tembelliktir. İnsan izzet ve şerefle yaşaması gereken bir varlıktır. İnsana izzet ve şeref kazandıran ise gayrettir. İzzet gayreti gerektirir. Hz. Ömer (ra) “Dünyanın izzet ve şerefi mal ile, ahiretin izzet ve şerefi salih ameller iledir” der.
Dünya ahiretin tarlasıdır. Ahiret dünyada kazanılır. Dünyanın Allah’ın isim ve sıfatlarına ve ahirete bakan yönü vardır. Bu iki yönü ile dünya önemlidir. Yalnız günahlara ve şerlere bakan yönü sakınılması ve nefret edilmesi gereken yüzdür. “Dünya mel’undur, kötüdür” (İbni Mâce, Zühd 3.) “Bütün hataların başı dünya sevgisidir” (Beyhakî, Şuabu’l-İman, 7:338.) gibi hadisler dünyanın bu zararlı ve kötü olan yönüne aittir.
Sehl b. Sa’d (ra) “Rasûlullah (asm) “Eğer dünyanın Allah katında sivri sineğin kanadı kadar bir değeri olsaydı, tek bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi” (Tirmizi, Zühd, 13.) hadisindeki dünya kafirlerin dünyasıdır. Nefs-i emmareye bakan, Allah’a küfür, isyan ve fısklarla dolu olan ehl-i delaletin dünyasıdır. Müminlere mescit, ahirete tarla, Cenâb-ı Hakkın isimlerine ayine olan dünya değildir. Bunun içindir ki Peygamberimiz (asm) “Dünya melundur, içindekiler de melundur; ancak zikrullah ve zikrullaha yardımcı olanlarla, alim veya müteallim hariç” (İbn-i Mâce, Zühd, 3.) buyurmuşlardır.
Kur’an ve Sünnet ile ortaya çıkan dinimiz çalışmaya ve mal kazanmaya teşvik eder. Zira ibadetlerin çoğu mala ve servete bakar. Zekat, Sadaka, Sadaka-i Cariye ve Hac gibi, ibadetler, ilme ve ibadete vesile olan ihityaç ve levazımat ancak mal ve servete bağlıdır. Bu ibadetler çalışmayı ve servet edinmeyi gerektirir. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Allah’tan korkanın zenginliğinin mahzuru yoktur” (Buhari, 1:113.) buyurmuşlardır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’ın sana verdiğinden Onun yolunda harcayarak ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsan et ve iyilik yap. Yeryüzünde bozgunculuğu çıkarma; şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez” (Kasas, 28:77.) buyurur.
Yüce Allah’ın sevmediği şey yeryüzünde fitne ve fesat çıkartmak, toplumun huzur ve asayişine zarar vermektir. Fitne ve fesadın olmadığı, huzur ve güvenin sağlandığı yerde insanlar güven içinde çalışırlar, servet sahibi olurlar; ülke de bayındır olur. Bu sebeple devletin görevi emniyet ve adaleti sağlamaktır.
Dünya ve Ahiret Dengesi
Peygamberimiz (asm) “Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini ve ahireti için dünyasını ihmal eden değil; her ikisini de beraber götürendir” (Suyutî, Camiu’s-Sağir, 2:135.) buyurmuşlardır.
Allah’a imandan sonra insanın vazifesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Allah’ın rızası da Allah’ın kullarına hizmet etmekle kazanılır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “İnsanlar Allah’ın ailesi sayılır. Onlar içinde Allah’a sevimli olan Allah’ın kullarına faydalı olan ve fayda sağlayandır” (Mişkatu’l-Mesabih, 2:613.) buyurdular. Ayrıca “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” (Buhari, Megazi, 35.) buyurdular.
Yine “Müslüman müslümanın kardeşidir; onu yalanlamaz, onu yalnız bırakmaz, onu hor görmez, ona yardımcı olur” (Müslim, Sahih, 4:1986.) buyurarak yardımlaşmayı teşvik etmişlerdir.
İşçiye Tatminkar Ücret Verilmesi
Peygamberimiz (asm) “İşçiye, kendisine ve ailesine yetecek ücret verilmeli ve yapamayacağı ağır iş teklif edilmemelidir” (Malik, Muvatta, 2:980.) Ağır iş onu yalana ve hileye sevk eder. Ona “yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek” (Buhari, 3:15) gerekir.
İşçinin de iş ahlakına uygun bir şekilde çalışması, dürüst olması gerekir. Hak ettiği ücreti helal ettirmek yanında Allah’ın rızası da buna bağlıdır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Allah işi tam, güzel ve sağlam yapılmasını sever” (Suyut^, C. Sağir, 1:75.) buyurarak Allah rızasının ancak işi güzel ve sağlam yapmakla kazanılacağını ifade eder.
İslam fıkhı ücretin tatminkar olması, zayfılara yardım edilmesi, işçiye yapabileceği işin teklif edilmesini ve servetin dengeli bir şekilde dağıtılması gerektiği üzerinde durur. Yüce Allah “Mallar zenginler arasında dolaşan bir metâ olmasın” (Haşr, 59:7.) buyurur.
Hürriyet
İnsanın kabiliyetlerini geliştirmesi ve insanlık şerefini koruması ancak hürriyetle mümkündür. Hürriyet Allah’ın insana en büyük lütfu ve imanın da gereğidir. İnsan ancak kendinsini hürriyet ortamında geliştirir ve başarılı olur.
İslamiyet köleliği yavaş yavaş kaldırmıştır. Hz. Ömer (ra) “Analarından hür olarak doğanları sizler nasıl köleleştirirsiniz?” buyurarak köleliliğin insanlığa yakışmadığını ifade eder. İmam-ı Şafi de “Allah insanları hür yarattı, öyle ise ey insanlar sizler de hür olun!” demiştir. İmam-ı Azam da “Hür insanların malları alınmaz ve kendisine zorla bir şey dayatılamaz” demiştir. “Malları haram yollarla yemeyin” (Nisa, 4:29.) ayetinin bir manası da insanların mallarını gasbederek ve zorla ellerinden alarak yemeyin demektir.
Hürriyet Allah’a ibadet ve itaatin de ön şartıdır. Bu sebeple “Zekat, Hac, Cuma Namazı” gibi ibadetlerin ön şartı hürriyettir. Devletin görevi insanların hak ve hürriyetlerini korumaktır.
Peygamberimiz (asm) ticari hayatın da hür ve serbest olmasını emretmiştir. Çarşı ve pazarda fiyat ayarlaması yapmak isteyen valilere “İnsanları kendi hallerine bırakın, Allah onları birbirleri vasıtası ile rızıklandırır” (İbn-i Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, Kahire-1960, s. 2:167.) buyurmuşlardır. Bu sebeple İslam alım-satımı serbest bırakmıştır. Ancak yalan, aldatma, hile, sahtekarlık, ihtikar, karaborsa ve faiz yasaklanmıştır.
EKONOMİK SİSTEM
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey iman edenler! Mallarınızı, aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin. Ancak birbirinizden hoşnud olarak ticaret yolu ile olmak başka. Herhangi bir sebeple nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah çok merhametlidir” (Nisa, 4:29.) buyurur.
Bu ayet-i kerime malların gerek üretim, gerekse ticaret yoluyla olsun batıl ve haram yollarla kazanılmasını ve yenmesini yasaklar. İslamda yatırım, üretim, ticaret, seyahat ve pazarlama hürriyeti vardır. Peygamberimiz (asm) “İnsanları kendi hallerine bırakınız; Allah onları birbirleri vasıtasıyla rızıklandırır” (İbn-i Rüşd, Bidayetü’l-Müçtehid, Kahire-1960; s. 2:167.) buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif İslamda ticarî hayatta “serbest piyasa” ekonomisinin uygulandığını göstermektedir. Alım-satım, ticaret ve kâr serbest bırakılmıştır. Ancak yüce Allah ekonomi ve ticari hayatı faiz yasağı, helal kazanç, malların batıl surette yenilmemesi, aldatma, hile, sahtekarlık, karaborsa yasağı ve satılan malda olmayan sıfatlarla reklam edilmesini yasaklamış ve sınırlandırmıştır.
Yatırımın teşvik edilmesi, özel mülkiyete izin verilmesi, ticarette kârın serbest bırakılarak kâr haddinin belirlenmesini örfe ve piyasaya bırakılması İslam ekonomisinin temel prensiplerindendir. Kazancın birikiminin üzerinden 1/40 zekâtın verilmesinin emredilmesi sosyal yardımlaşma ile zengin fakir dengesini sağladığı gibi, faizin yasaklanması da servetlerin belli ellerde toplanmasını engelleyecektir. Böylece toplumda dengeler yerli yerine oturacak ve servetler de zenginler arasında dolaşan bir meta olmaktan çıkacaktır.
1. Mülkiyet İnsana Emaneten Verilmiştir
Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan her şey Allah’ın mülküdür. İnsanın kazancı olan mal ve mülk de yine Allah’a aittir ve insana emaneten verilmiştir.
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Siz içinizde olan şeyi açıklasanız da, saklasanız da Allahü Tealâ sizi onunla hesaba çeker; nihayet dilediğini bağışlar ve dilediğine de azâp eder. Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara, 2:284.) “Resûlüm de ki: Söyleyin bakalım bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? Onlar ‘Allah’ındır’ diyecekler. De ki: “Öyleyse ders almaz mısınız?” (Mü’minun, 23:84-85.)
Mal ve mülk Allah’a ait olduğu için Kur’ân-ı Kerim “Onlara Allah’ın size verdiği maldan verin!” (Nur, 24:33.) buyurarak, mal sahibinin minnetsiz bir şekilde Allah’ın malından insanlara vererek yardımda bulunması ve fakirlikten korkmaması gerektiği hatırlatılmıştır.
Peygamberimiz (asm) “Dünya yeşil bir bahçeye benzer. Kim ondan hak ederek hakkıyla alır istifade ederse onun için mübarek olur. Kim de hak etmediği halde haksız olarak haram yoldan alırsa Allah onu cehenneme koyar” (Müslim, 2:122.) buyurmuşlardır.
Malın telef edilmesi ve imha edilmesi yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Ebubekir (ra) komutanı Yezid b. Süfyan’a saavaşta suçsuzların öldürülmemesini, düşmanların topraklarındaki bitki ve hayvanların imha edilmemesini emreder. (Malik, Muvatta, 2:448; Maverdî, Ahkâm-ı Sultaniye, Kahire-1960, s. 34.) Savaşta yasak olunca barışta evleviyetle yasak olur. Zira mal Allah’ın emanetidir, yerli yerinde kullanılmalıdır ve israf edilmemelidir. Kişi elindeki mal sayesinde hem dünya rahatını ve saadetini elde edecek, hem de emir dairesinde ve rıza-ı ilahiye uygun şekilde harcayarak maddi olarak nemalandırdığı gibi, manevi olarak da nemaladırarak uhrevî sevaplar kazanacaktır.
2. İnsanın Saadeti ve Kalkınmanın Meşruiyeti
İslam zenginliği, refahı ve sosyal adaleti teşvik eder. Kur’ân-ı Kerimde “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve güzel şeyleri haram saymayın, sınırı da aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size verdiği helâl ve temiz rızıklardan yiyin ve iman etmiş olduğunuz Allah’ın yasaklarından sakının” (Maide, 5:87-88.) buyurur. Allah helal dairesinde yemeyi ve içmeyi serbest bırakmış; ancak israfı yasaklamıştır. (A’raf, 7:31.),
İslam’ın amacı insanın hayatını hayra ve iyiye, sa’yini de belli faydalı amaçlara yönelterek manevi, ahlâkî değerlere önem vermilmesini, böylece ruhun tekamülünü, insanın ve toplumun saadetini sağlamaktır. Her şeyden önce doğruluk ve dürüstlükle ahlakın yücelmesi amaçlanır.
Ekonomik hayatta malın kalitesi ve sağlamlığı, insanın ihtiyacına en güzel ve en faydalı olacak şekilde cevap vermesi, üretimde kaliteyi ve çalışma hayatında düzenli ve verimli bir sistem kurulmasını ister. Kuralsız, sistemsiz verim olmayacağı gib kalkınma da gelişme de olmaz. İslamda sa’y ve çalışma esastır. Kur’ân-ı Kerim “Kişiye çalışmasının karşılığı vardır; çalıştığının karşılığını mutlaka alacaktır” (Necm, 53:39-40.) buyurulur.
Zenginlik ve ekonomik kalkınma için üretim şarttır. Mülkiyet şahsîdir, ferdîdir ve hukûkidir. Hukuk sisteminin temelinde mülkiyet vardır.
Kalkınmanın temelinde ise;
• İnsan kaynaklarının verimli ve liyakat esasına göre kullanılması,
• Kaynakların israf edilmeden verimli kullanılması,
• Zirâî ve sınâî üretimin olması,
• Malların mübadelesi ve ihtiyacın karşılanması için hür ticaret,
• Her bakımdan eğitim ve sağlık hizmetinin kaliteli verilmesi,
• İhtiyaçların en kısa yoldan verimli giderilmesi,
• Teknolojinin kullanılması,
• Değişimin takip edilerek önem verilmesi gerekir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Bir kavim kendisini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez” (Ra’d, 13:11.) buyurarak değişimin devamlı olması gerektiğini ifade etmiştir.
3. Gelişimin Yönetimi
Hz. Ömer (ra) yönetime ve adalete büyük önem vermiştir. Zira adaleti sağlamak ancak iyi yönetimle olur. İyi yönetim ise liyakat esasına göre görevlendirmelerin yapılması iledir. Hz. Ömer (ra) “Yönetici olmadan toplum düzeni sağlanamaz; itaat olmadan yönetici topluma düzen veremez” demiştir. (Yusuf b. Abdülberre el-Kurtubî, Camiu’l-Beyânü’l-İlm ve Fadlihî, Medine-ty. s. 1:62.)
İmam-ı Şafi (H.150-204) de (ra) “Halife seçme konusunda icma-i ümmet vardır” der. (Şafii, er-Risale, Kahire-1940, s. 419.) Ahmet b. hanbel ve diğer İslam alimleri de aynı görüştedirler. İmam-ı Azam (H.80-150) da (ra) “Hilafet seçimle tesbit edilir. Seçimin olmadığı yerde hilafet ve halife olmaz” der.
Allah insana cüz’î akıl, irade ve kudret vererek eşya üzerinde tasarruf yetkisini de vermiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim “Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti; melekler, “Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz” dediler; Allah “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi.” (Bakara, 2:30.)
Bu ayet-i kerime insana Allah tarafında yetki verildiğini ifade eder. Yetki sorumluluğu da beraberinde getirir. İnsan mahlukat ve insanlar üzerinde yönetim ve tasarruf yetkisine sahip olduğu için halifedir ve bu tasarruf ve hakimiyetini Allah adına zulme sapmadan meşru ve adil bir şekilde yapmakla yükümlüdür. Sonuçta Allah’ın mülkünde yaptığı bu cüz’î tasarrufundan dolayı Allah’a hesap verecektir.
Allah’ın varlıklar, olaylar ve insanlar üzerindeki hakimiyeti mutlaktır ve tartışılamaz. Kevnîdir, kainatta mutlak hüküm ve tasarruf sahibi Allahtır. Allah bir şeyi irade etmez, ilmi ile takdir edip kudreti ile yaratmazsa hiçbir şey hareket edemez ve hiçbir fiil gerçekleşemez. Zira her şey en küçüm atomdan en büyük güneş sistemine ve mikroptan en mükemmel organizma olan gergedana kadar her şey Allah’ın kudreti ile hareket eder. İnsanda ise cüz’î ihtiyarı dairesinde olan, akıl ve iradesi dairesinde tasarrufuna verilen, cüz’î ilim ve kudreti ile eli yetişebileceği şeylerde hür olmakla beraber Allah’a karşı sorumludur ve fiillerinin sonuçlarına katlanmak durumundadır.
Allah’ın iki kitabı ve iki şeriatı vardır. Birincisi ilim, irade ve kudretin eseri olan “Kâinat Kitabı”dır. Bu Allah’ın “Tekvînî Şeriat”ının gerğidir. Bu şerita “Sünnetullah” ve Fıtrat Kanunları denir ki “Tabiat” namı ile “Tabiat Kanunları” ismi ile ifade edilir. Bu kanunlara uymaya mecburiyet vardır ve uymamanın cezası dünyada verilir. Bu sebeple çalışan kazanır, sabrden sonunca ulaşır ve isteyen öğrenir, talep edene verilir.
İkincisi, insanın ihtiyarî fiillerini nizam ve intizam altına alan “İradî ve Teşriî Şeriatıdır” ki “Din, Ahlak ve Hukuk”tur. Allah’ın “Kelam” sıfatından gelen “Kur’ân-ı Kerim” emir ve yasaklarla, tavsiye ve teşviklerle bunları belirlemiştir. Bu kanunlara uygun hareket edenler hem dünyada hem dahi ahirette mükafat görür, isyan edenlerin cezası ise ahirette verilir. Bu sebeple bu kanunlara uymak insan iradesine bırakılmıştır.
“Yaratmak da emir vermek de Allah’a aittir.” (A’raf, 7:54.) “Her konuda hüküm ve hâkimiyet Allah’a aittir.” (Yusuf, 12:40) ancak bu insan iradesi ve aklı hükümsüzdür ve insan hür değildir anlamına gelmez. İnsan hür yaratılmıştır ve bununu için akıl ve iradesi ile bu hürriyetini kullanır, ya itaat eder veya isyan eder. Ancak sorumluluğuna katlanır.
Yüce Allah’ın hayra ve iyiye rızası vardır, şerre rızası yoktur. Ancak kul ister Allah ya razı olarak yaratır veya razı olmasdığı halde kul istediği için yaratır. Zira kulun isteme iradesi vardır; ama yaratma, var etme gücü ve tesiri yoktur. Yaratıcı ancak Allah’tır. Allah’ın irade ve kudreti olmadan hiçbir şey var ve yok edilemez ve hiçbir şey meydana gelmez. Yüce Allah da “Rabbinizden size indirilene uyun!” (A’raf, 7:3.) ferman ederek insanları hayra ve iyiye uymaya çağırır.
Dünyada insan iradesinin ve hürriyetinin işlemesi için Allah insan iradesini bir şart-ı âdî yaparak insanın istemesi halinde, aciz bir yavrunun istemesi üzerine güçlü olan peder ve validesinin çocuğun arzusuna uyması gibi, kendi külli iradesini ona tabi kılarak istediği şeyi yaratır. Sonra sonuçtan iradesi ile istediği için insanı sorumlu tutar. Bu durum Allah’ın insana verdiği değerden ve onun aklını ve iradesini kullanarak mükemmel bir varlık olmasını istemesindendir. Sonuçta yaptığı bütün güzel işlerin karşılığı olarak ebedi bir cennet ve saadet-i ebediyeyi ona vereceğini vaat etmiştir.
İnsan kendisini ve işini geliştirmek için “Gelişimi Yönetmesi” gerekir. Başarı buna bağlıdır, verim bu şekilde alınır. İnsan Allah’ın kainatta koyduğu “Fıtrat kanunlarından” istifade ederek, o kanunlara uyarak Allah’ın yardımını kazandığı gibi, Allah’ın teşriî kanunları olan doğruluk, adalet ve hakkaniyete uyarak Allah’ın rızasını da kazanır.
4. Başarı ve Verim, Yardımlaşma ve İstişareye Bağlıdır
İnsan işi başarma ve verimli olma konusunda yardıma muhtaçtır. Yardım ise istişareye bağlıdır. Bunun için Yüce Allah Peygamberine “İş konusunda insanlarla istişare et!” (Âl-i İmran, 3:159.) emreder. Mü’minlerin de “İşlerini şura ile yapmalarını” (Şura, 42:38.) tavsiye eder.
Başarı, saadettir, huzurdur ve mutluluktur. Maddi yönü ise zenginliktir, makamdır ve şereftir. Ahlaklı ve faziletli olmak, ilim ve hikmet sahibi olabilmek ve öyle kalabilmek başarıdır.
Maddi işlerde meşru dairede sonuca ulaşmak da başarıdır ve saadet vesilesidir. Peygamberimiz (asm) “Müslümanların işlerini yapmak üzere sorumluluk üstlenen bir yönetici, onların refahını sağlamak için çalışmazsa, onlarla birlikte cennete giremez” (Müslim, Sahih, Kahire-1955, s.1:126.) buyurur. Bu sebeple Hz. Ömer (ra) vali olarak görevlendirdiği Ebu Musa el-Eş’ariye (ra) gönderdiği bir mektubunda “Yöneticilerin en iyisi halkını huzur içinde yaşatan, en kötüsü ise onları zorluklarla başbaşa bırakandır” demiştir. (Ebu Yusuf, Kitabu’l-Harac, Kahire-1352, s. 14-15.)
İslam bilginlerinden Mâverdî, Ebu Ya’lâ, Gazalî, İbn-i Haldun, İslam devletinin refah ve saadet içinde yaşatılması için Kur’an ve Sünnetten istifade ile yazdıkları eserlerinde ve sultanlara tavsiyelerinde İslam Devleti’nin bir “Refah Devleti” olması gerektiğini anlatmışlardır.
Çünkü yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde insanın üstün vasıflarından ve yüklendiği önemli görevlerinden dolayı meleklere insana secde etmesini emretmiş olduğu açıkça anlatılır. (Hicr, 15:28-29.) İslamiyetin kendisi “Sulh ve selamet” manasını ifade eder ki bu da Allah’a teslimiyetle mümkündür. Bu sebeple insanlığın saadet ve refahını, maddi ve manevi terakki ve tekamülünü sağlayacak olan temel prensipleri yüce Allah Peygamberleri aracılığı ile insanlara va’zetmiştir. Mü’minler arasında kardeşlik ve barış esastır. Nitekim Yüce Allah “Mü’minler kardeştirler. O halde kardeşlerin arasını bulun ve barıştırın. Allah’tan korkun, ta ki refaha ve saadete nail olasınız” (Hucurat, 49:10.) buyurur.
İmam-ı Gazali şeriatın hukukî amacının “can, mal, namus, akıl ve dini korumak” olduğunu ifade etmiştir. (Gazali, Mustasfa, Kahire-1937, s. 1:139-140.) Bu beş temel hak ve hürriyet islam şeriatının amacını teşkil etmiş ve İslam hukukçuları buna “Makasıd-ı Şeria” adını vermiş, tüm hukukî kuralları buna göre istihrac etmişlerdir.
İnsanlar ve özellikle müslümanlar maddi ve manevi terakki için bir araya gelerek istişarelerde bulunması ve bunun gereğini yapması Allah’ın emri ve peygamberin (asm) uygulaması ile sünneti ve yoludur. Bunu yaptığı zaman sahabe döneminde olduğu gibi bu zamanda da terakki ve tekamül edecektir.
5. Sa’y-i İnsanî ve Teşebbüs-ü Şahsî
Yüce Allah yeryüzünde ne varsa insan için yaratmış ve insanı onlar üzerine tasarrufa yetkili halife ve yönetici kılmıştır. Hatta gökleri de insana musahhar kıldığını ifade etmiştir. (Bakara, 2:29-30; Lokman, 31:20.) İnsanı da tüm varlıklardan istifade edecek kabiliyet ve organlarla donatmıştır. İnsan manen ve ahlaken tekamül ederek insanlığını geliştirdiği gibi, çalışarak ve üreterek ailesine ve insanlığa hizmet ederek insanlığın gelişmesine de katkı sağlamakla yükümlüdür. Bu da çalışmayı ve üretmeyi gerektirir.
Peygamberimiz (asm) “İnsanlardan bir şey isteme!” (Ebu Davud, Sünen, Kahire-1952, s. 1:382.) “Bir insanın kendi elinin emeği ile kazandığından daha helal lokma yememiştir” (Sünen-i İbn-i Mace, Kahire-1952, s. 2:723.) buyurur. Hz. Ömer (ra) “Hiçbiriniz rızkını aramaktan geri durmasın ve semaya bakarak ‘Allahım! Bana rızık ver!’ demesin. Çünkü gökten ne altın yağar, ne de gümüş. Allah’ın size ayırdığı rızkı arayın ve başkalarına yük olmayın!” (Ali Tantavî, Ahbâr-u Ömer, Şam-1959, s. 268.) demiştir.
Bir işi yaparken kalite standartlarına uygun yapmak da peygamberimiz (asm) tarafından emredilmiştir. Nitekim hadis-i şerifte “Allah bir işi yaparken onu en mükemmel şekilde yapmamızı diler ve ondan razı olur” (Suyutî, Camüu’s-Sağir, 1:15.) buyrulmuştur.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır; bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahı ile cihad edeceğiz” derken günümüzdeki müslümanların geri kalmışlığının sebeplerini ve kurtuluş çaresini de veciz bir şekilde bir cümle ile göstermiştir.
6. Ekonomik Gelişmenin Temel Prensipleri
Her ne konuda olursa olsun gelişme sağlayabilmek için “Planlama, İstişare, Organizasyon, Yönetim ve Denetim” şarttır. Ayrıca, insan kaynaklarını liyakate göre kullanma, ödüllendirme, cezalandırma, imkanları ve kaynakları en güzel şekilde değerlendirme gerekmektedir. Bunlar yapılmadan hiçbir gelişme sağlanamaz. Bunun için fizikî ve sosyal yapıları gerektiği gibi oluşturmak gerekir. Psikolojik olarak istek ve şevk unsuruna değer vermek ve çalışanları motive etmek de lazımdır. Bu da iyi bir yönetimden geçer. İyi bir yönetim ise ölçülebilir ve denetlenebilir niteliklere sahip olmalıdır. Ölçülemeyen ve denetlenmeyen bir şey yönetilemez.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Güçten ve güçlü olmaktan” bahseder. “Güç ve kuvvet hazırlayın” (Enfal, 8:60.) emreder. Eski dönemlerde güç, askerî güç olarak anlaşılıyordu. Günümüzde ise akerî gücün yeterli olmadığı, askerî güç yanında ekonomik gücün de olması gerektiği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Ekonomik güce erişmenin yolu savaş değil, barıştan geçer. Zira eskiden savaş askerler arasında ve meydanlarda yapılıyor, toplum bundan fazla etkilenmiyordu. Günümüzde ise savaşlardan etkilenen, zarar gören ve kaybedenler toplumun her kesimidir. Askerler sığınaklarda kendilerini korurken atılan bombalarla, masumlar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar daha ziyade etkilenmekte ve can kaybı askerden çok toplumun bu kesimlerinde yaşanmaktadır. Ayrıca ekonomi büyük bir zarar görürken, üretim bundan çok olumsuz bir şekilde etkilenmektedir. Yaşanan göçler, mala ve mülke gelen zararlar da cabası… Bu durumda günümüzün savaşları meşruiyetini kaybetmiş ve amacından sapmış görünmektedir. Bu sebeple Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Kur’an ve Sünnetten “Bu zamanda maddi kılıç kınına girmiştir. BU zamanda cihad manevidir” hükmünü çıkarmıştır.
Hürriyet ve asayişin hakim olmadığı bir yerde maddi ve manevi gelişme olmaz, ekonomik kalkınma da, üretim de mümkün olmaz; aksine elde mevcut olan mal ve mülk zayi olur ve büyük bir ekonomik çöküntü yaşanır. Ahlak ve maneviyat bozulur, ilim ve teknik gelişme meydana gelmez. Fikir üretimi dahil her nevi üretim durur.
Bunun için Peygamberimiz (asm) bir beldeye yönetici göndereceği zaman ona gittiği yerde zorlukların giderilmesi, insanların iyiyi yapma yolundaki engellerin kaldırılması, hayırlı işlerin kolaylaştırılması ve yardımlaşmanın sağlanması yönünde çalışmalar yapmalarını tavsiye eder ve “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, sevdirin nefret ettirmeyin” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17.) ferman ederdi.
“İlim öğrenmek her müsüman için farzdır” (İbn-i Mâce, İlim, 1:81.) Bu farziyet sadece iman ve ibadetle ilgili hususları kapsamaz; her müslümanın üzerine farz görevlerinden en önemlisi helal kazancını temin edeceği meslek ve sanata ait bilgileri, ihtisası olan hususlara ait bilgileri ve bunlarla ilgili farzları ve haramları ihtiva eder. Peygamberimiz (asm) “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır ve Allah’a daha sevimlidir.” (İbn-i Mâce, 1:31.)
Durum böyle olunca müslümanların sanat ve meslek konusunda gerekli bilgiye dayanarak iktisadi meselelere kafa yormaları da dinimizin teşvik ettiği ve emrettiği hususların başında gelir ki “İslam Fıkhı”nın yani “İslam Hukukunun” en önemli meselesi sayılır.
Yüce Allah “Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru tartın” (En’am, 6:152.) “İnsanlar arasında haksızlık yapmayın, ıslah edildikten sonra yeryüzünde fesat çıkartmayın” (A’raf, 7:85.) buyurarak ölçü ve tartı konusunda doğruluğu emrederken, ölçülü olmak ve yeryüzünde fesat çıkarmamak konusunda da bizi uyarmaktadır.