Ferdin maddi imkânlarını ihtiyaçlarına uygun dengeli bir şekilde kullanmaması ve aşırıya kaçması israftır. Kâinata baktığımız zaman yaratılışta hiçbir israf görmediğimiz gibi, faydasızlık ve gereksizlik de göremeyiz. Her şey yerli yerinde ve bir amaca hizmet edecek şekilde yaratılmıştır. Bunun için Bediüzzaman “İsraf, abesiyet, faidesizlik fıtratta yoktur. Bütün kâinatın en esaslı düsturu iktisattır” (Lem’alar, 2005, s. 200, 878, 890) der.
Dinimizde israf yasaklanmıştır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” (Â’râf, 7:31) emreder. İslâmiyet’in yasakları genellikle insanı israfa sürükleyen, malına ve sıhhatine zarar veren şeylerdir. Başta içki ve kumarın yasaklanması (Mâide, 5:90) buna en güzel örnektir. Bunlar hem insanın sıhhatine, hem de malına zarar vermektedir. Sigara gibi İslam bilginlerinin çoğuna göre mekruh olan şeylerin yasaklanması da yine iktisadi bir yönünün olduğu bir gerçektir. Bu bağlamda dinin yasakladığı tüm kötü alışkanlıklar gerçekte insanı israfa sürükleyen gereksiz harcamalardır.
İktisadî hayatta ortaya çıkan israfın daha çok zengin çevrelerde görülmesi doğru ve faydalı bir harcama kültürünün oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Bir önemli husus da zenginlerin fakir ve muhtaçları düşünmemeleridir. Dünyada bilhassa İslam ülkelerinde zenginlik artmaktadır; ancak dengeli bir ekonomik yapı oluşmadığı ve gelirlerin adil paylaşımı yapılamadığı için servetler belli ellerde ve belli sektörlerde toplanmaktadır. Çok kazanan zenginler eğlenceye ve israfa yönelmektedir. Bundan da çok gereksiz eğlence sektörleri oluşmakta ve büyük israflar yaşanmaktadır. Toplum zenginleştikçe bireylerin ihtiyaçları çoğalmakta ve fertler fakirleşmektedir.
Bu hususları dikkate alan Bediüzzaman Müslüman zenginleri uyararak şöyle demektedir: “Eskiden ekser İslam aç değildi. Tereffühe bir derece ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur.” (Mektubat, 2004, s. 807) Gerçekten de eskiden ziraat, sanat ve bunların mübadelesini sağlayan ticarette dengeli bir iktisadî hayat vardı. Maddi sıkıntıdan günümüzdeki gibi bahsedilmesi mümkün değildi. Bundan dolayı da dengeli bir iktisadî politika kolayca kurulabilirdi. Zengin ile fakir arasında bu derece uçurum söz konusu değildi. Bu zamanda ise nüfus artışı ile beraber teknolojinin gelişmesi ve şehirleşmenin artması insanların ihtiyaçlarını çoğaltmıştır. İslam ülkelerinin uzun süre sömürgecilerin elinde kalması da maddi ve yeraltı kaynaklarının çoğunu kaybetmişlerdir. Bu durumda İslam dünyasında büyük bir fakirlik ve sefalet yaşanmaktadır. Bundan dolayı zenginlerin maddi imkânlarını toplumun yararını düşünerek kullanmaları gerekmektedir. Çok lüks ve refah içinde yaşamaları ve paralarını oyun ve eğlenceye harcamaları gerçekten israf ve büyük bir vebaldir.
Bütün bu gerekçelerden dolayı batılılar lükse, oyun ve eğlence sektörüne büyük harcamalar yaparak birer tüketim toplumu olsalar da İslam ülkeleri ve bu ülkelerin zenginleri aşırı tüketime gitmemelidirler. Malın bu şekilde israfı ve fakirlerin de düşünülerek temel ihtiyaçlara harcanmaması sefaletin artması ile sonuçlanır.
İsrafı önlemek bütün toplumların ve devletlerin önemli bir meselesi olmuştur. Siyasilerin de en önemli gündemlerini teşkil etmekte ve buna göre çözüm önerileri ortaya koymaktadırlar. Her siyasi sistem kendi prensiplerine uygun bir metotla israfa karşı tedbirler aramaktadır. Sosyalizm zecrî tedbirlerle ve tüketimi kısarak tedbir almaya çalışırken kapitalizm israfı daha da körüklemektedir. İnsanın yapısı harcamaya, lükse ve eğlenceye daha meyyal olduğu için hükümetlerin aldıkları tedbirler de istenen sonucu verememektedir.
Bu konuda yapılacak en güzel uygulama iktisadi bilgileri ve tedbirleri bireylere kadar indirmek, onları bu konuda bilgilendirmek ve aklına, vicdanına hitap edebilmektir. Ferdin vicdanına tesir etmeyen hiçbir tedbir hukûkî müeyyidelere dayansa da tesirli olmaz. Birey israfın zararını bizzat idrak etmeli, toplumu ve ötekini de düşünebilecek bir sorumluluk duygusuna sahip olmalıdır. Ancak bu şekilde ferdin hürriyetini de kısmayacak şekilde gerçekçi bir yol takip edilebilir. Üretimi ve tüketimi yapan bizzat bireyin kendisidir. Öyle ise bunların dengeli kullanımını da bireyin kendisi yapacaktır. Hükümetler politikalarını buna göre düzenlemeleri gerekir.