1mod.io
Sosyal Medya
Plugin Install : Cart Icon need WooCommerce plugin to be installed.
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Giriş
  • Kayıt
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat
Hürriyet Hukuk İktisat
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa İKTİSAT

RİBA ve FAİZ KONUSU

Riba, fazlalık demektir. Para ve nakdeyn denen altın ve gümüş ve nafaka olarak harcanan yiyecek maddelerinin borçlanmasında şart koşulan fazlalığa riba, yani faiz denir.

M.Ali KAYA M.Ali KAYA
4 Mayıs 2021
İKTİSAT
0
RİBA ve FAİZ KONUSU
Share on FacebookShare on Twitter

M. ALİ KAYA

Mukaddime
Riba, fazlalık demektir. Para ve nakdeyn denen altın ve gümüş ve nafaka olarak harcanan yiyecek maddelerinin borçlanmasında şart koşulan fazlalığa riba, yani faiz denir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah alışverişi, helal, faizi ise haram kılmıştır.” (Bakara, 2:275.) buyurur. Peygamberimiz (asm) de “Riba yiyene, yedirene, şahidine, kâtibine lanet etsin.” (Ebu Davud, Büyu’, 4.) buyurmuşlardır. Bu nedenle ribanın her nevi haram olup büyük günahtır.
Riba, yani faiz borç karşılığında belli bir miktar borcun belli bir sürede getirdiği kazanç anlamındadır. Kazanç getirmiyorsa bu faiz değil, “karz-ı hasen” yani Allah için borç vermek ve yardımcı olmak olur.

Şafîi Mezhebinde alışverişte riba ancak nafaka ile nakdeynde, yani altın ve gümüşte caridir. Bu nedenle yiyecek ile nakdeynin alışverişinde çok dikkatli olmak ve faize girmemek için bu konudaki ahkâmı iyi bilmek ve öğrenmek gerekir. Şöyle ki:

Yiyecek ve nakdeyn/para birbiri ile mübadele edilecek, yani değiştirilecek olursa, iki şeyin cinsleri bir ise bu alışverişin helal olmasının üç şartı vardır: Biri birine müsavi olması, her ikisinin de peşin olması, her ikisinin de aynı anda kabzedilmiş olması gerekir. Şayet buğday ve arpa gibi cinsleri farklı ise o zaman her ikisinin peşin olması ve her ikisinin de aynı anda kabzedilmesi şarttır.

Peygamberimiz (asm) “Faiz ancak veresiyededir.” (Buhârî, Büyû’, 79; Müslim, Müsâkat, 101–103.) buyurmuşlardır. Yani cahiliye döneminde yaygın olan “vade karşılığı alacağını artırmaya” dikkatleri çekmiştir. Sonra “Altına mukabil altını, gümüşe mukabil gümüşü, buğdayla buğdayı, arpa ile arpayı, hurma ile hurmayı, tuza mukabil tuzu satmayınız. Ancak eşit miktarlarda ve peşin olursa o müstesna. Her kim artırır veya fazla alırsa faiz alıp vermiş olur. Bunda alan ile veren arasında fark yoktur.” Hadisin başka yoldan gelen rivayetlerinin son kısmında “Cinsler değişirse peşin olmak şartıyla nasıl satarsanız satınız. Peşin olmak kaydıyla altını gümüşle, gümüşü altınla, buğdayı hurmayla, arpayı hurmayla satabilirsiniz.” (Buhârî, Büyû’, 77–81; Müslim, Müsâkat, 79–85.) buyurmuşlardır.

1. Ribanın Çeşitleri
Riba üç nevidir. Bunlar da “Riba el-Fazl” “Riba el-Yed” ve “Riba en-Nesei”dir.

Riba el-Fazl: Altın ve gümüş gibi tartılan veya buğday ve arpa gibi ölçülen malların kendi cinsi mukabilinde peşin olarak ziyadesi ile satılmasıdır. Bu satışın meşru olabilmesi için miktarlarının ve değerlerinin müsavi olması, alışverişin peşin yapılması ve her ikisinin de aynı anda kabzedilmesi şarttır. Cinsleri ayrı olursa bu durumda müsavi olmaları şart değildir. Bir malı veya parayı belli bir süre için borç vererek fazlası ile geri almak faizdir. Bu durum kitap, sünnet ve icma ile haramdır. Bunlar da altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzda olur. Hadiste geçen altı çeşit malın ziyadesi ile peşin satılması faizdir. Yani 100 gr. altın 110 gr. altın ile satılması gibi. Kötü cins iki kilo hurmayı iyi cins bir kilo hurma ile değiştirmek faizdir. Ancak faizden kurtulmak için kötü cins hurma değerine satılmalı sonra iyi cins hurma değerine göre parası verilip alınmalıdır. Alışverişte doğru olan ve faize bulaşmayan budur.

Riba el-Yed: Anında teslim ve tesellüm olmadığı halde ribevî şeyleri birbiri mukabilinde satmaktır. Değiştirilen malların anında ve akit yapılan mecliste teslim edilmesi şarttır.

Riba en-Nesei: Gecikme faizidir. Ribevi şeyleri veresiye olarak birbiri mukabilinde satmaktır. On gram altını yine on gram altın ile veresiye olarak satmak gibi. Borçludan gecikme karşılığı fazlalık alsın almasın yapılan iş faizdir. Bu kitap, sünnet ve icma ile haramdır. Ancak “karz-ı hasen” olarak borç verir, sonra mislini alırsa bu büyük bir fazilettir. Burada biri peşin veriyor, diğeri ise belli bir süre bundan faydalanmış olmaktadır. Peygamberimiz (asm) “Hazır olanı gaib olanla değiştirmeyin, ancak misli misliyle peşin olarak değiştirin.” buyurmuştur. Ancak farklı cinseleri değiştirmek caizdir. Altın verip gümüş almak gibi.

2. Faiz Nedir?
Borç karşılığı zamanı kiralamak ve anapara/re’sü’l-maldan fazlasını almaya faiz denir. (İbn-i Hümmam, Fethü’l-Kadir, 5: 277.) Aynı ayar 100 gr altını peşin veya vadeli 120 gr altına satmak ve aradaki fazlalığı almak faizdir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 2: 952.) Yani, faiz ödünç verilen paradan alınan kârdır. Faiz oranlarının artması ve eksilmesi sonucu değiştirmez.
Faiz iktisatçılara göre kaynakların tasarruf ile tüketim arasındaki bölüşümünü tayin eder. Tasarruf üzerinden verim elde etmeyi hedefler. Ana sermayeyi korumakla beraber paranın kiralanmasını ve borcun süresi üzerinden kazanç sağlamayı amaçlar. Faizin en yaygın olan bu kısmına “borç faizi” denir.

Finans kurumlarına paralarını yatıranların elde ettiği kazanç olan faiz ise, mal ve hizmet kullanımın ertelemenin karşılığıdır. Sermaye sahibi parasını korumakla beraber bu paradan çalışmadan para kazanmak için finans kurumlarına yatırmakta ve paranın kirasını alarak kazanç sağlamaktadır. Bu da dinimizin haram kıldığı en kötü faiz kazancıdır.

Bankalar para sahibi ile borç alan arasında bir aracı konumundadır. Dolayısıyla faiz sistemi bireysel ilişkiler sonucu değil kurumsal faaliyetler sonucu işlemektedir. Her iki durumda da faiz parayı kullanmanın bedeli olmaktadır. Ancak sermaye sahibi olan ve parayı ödünç olarak veren için borçlunun bu parayı kullanıp kullanmaması şart değildir. Paranın mülkiyetinin borçluya geçmiş olması yeterlidir. Belli bir süre borçlu parayı elinde tuttuğu sürece parayı kullansın kullanmasın, o paradan ihtiyacını gidersin veya gidermesin, kazansın veya kaybetsin ödeyeceği zaman anaparası ile beraber faizini vermek durumundadır. Bu durumda faiz borç veren için bir gelir, borçlanan için ise bir maliyettir. İslâmiyet bu ve buna benzer alışverişlere “riba” adı vererek anapara veya ana mal üzerine verilen artışı, ziyadeyi ve nemayı gerek nakit gerekse mal olsun ayırt etmeyerek yasak kapsamına almıştır. İslâm hukukçuları “faiz, alım satımda şart kılınan fazlalıktır” şeklinde tarif ederek haram kazanç olarak belirlemiştir.

3. Faizin Tarihi
Faiz ilk çağlardan ve paranın bulunmasından itibaren başlayan ve yaygın ekonomik bir hastalıktır. Bu nedenle bu hastalık insanlık tarihi kadar eskidir. Bütün hak dinlerde faiz yasak olduğu gibi filozoflar ve ekonomistler de faizin sosyal ve ekonomik bir hastalık olduğunu kabul ederek alınmasını ve verilmesini haksızlık olarak kabul etmiş ve yasaklanmasını istemişlerdir. Borç üzerinden kazanç sağlamayı hem ahlâkî hem insânî açıdan sakıncalı bularak adalet ve ahlâk ilkelerine aykırılığını ortaya koymuşlardır.

Aristoles “Politika” isimli eserinden faizi eleştirir ve “En fazla tiksinmeyi hak eden kazanç şekli faizdir. Bu paranın kendi varlığından kaynaklanan bir gelirdir. Para bir tedavül aracı olarak ortaya çıkmıştır ve böyle de olması gerekirken doğrudan kazanç vasıtası olması paranın çoğalmasını ve haksız kazanç kapısının açılmasını sağlamıştır. Bu nedenle ahlâkî değildir. Kazancın kutsallığını ve haklılığını sağlayan emeğe aykırıdır. Bu nedenle faiz fıtrata aykırı bir kazanç kapısıdır.” der.

Hristiyan azizlerinden Saint Thomas d’Aquin de “Para doğrudan bir mal değildir ve ancak bir mübadele aracıdır. Bu nedenle alınıp satılamaz. Parayı kullanma karşılığı faiz istemek haksızlık ve hatta hırsızlıktır. Bu bir şeyi iki defa satmak demektir. Faiz neyin karşılığıdır? Şayet zamanın karşılığı ise hiç kimsenin zamanı almaya ihtiyacı yoktur. Zaman Allah’ındır ve bütün insanlar için ortaktır. Bu nedenle zamanı kiralama ve bunun üzerinden fayda sağlamak Allah’a karşı işlenmiş bir suçtur ve emeksiz kazanç da haramdır.” demektedir.

Gerek Roma Hukukunda gerekse eski Yunan yasalarında çeşitli gerekçelerle faiz yasaklanma yoluna gidilmiştir. Yahudi şeriatı olan Kanun’da, yani Tevrat’ta faiz yasaklanırken Hz. İsa (as) da faizi reddetmiş ve havarilerine karşılıksız yardımlaşmayı öğütlemiştir. Bu nedenle kilise uzun süre faize karşı direnmiş, ama kapitalizmin baskısı karşısında zamanla bu direnci kırılmıştır.

Avrupa’nın aydınlanma döneminde Jean Kalvin (1509–1564) faize sadece tüketim açısından bakmamış, üretimi dikkate alarak paranın bir üretim aracı olduğunu kabul etmiş ve üretim amaçlı faizli para alınmasına cevaz vermiştir. Bu da bankerlerin ve bankaların önünü açmıştır. Kalvin’in faizi meşru saymasından sonra Calvinistlerin beşiği olan Cenevre Medeni Kanun’u faizi yasallaştırmıştır. Daha sonra John Knox İskoçya’da ve VIII. Henry İngiltere’de faiz yasağını kaldırdı. Böylece faiz meşru hale gelmiş oldu.

Faizin bu şekilde meşru hale gelmesi Yahudi’lerin işine yaramıştır. Yahudi zenginleri parayı sermaye olarak kullanıp para üzerinden para kazanma yolunu kendilerine kazanç kapısı edinmiş ve faizci ekonominin iplerini ele geçirmişlerdir. Muharref Tevrat da bu konuda kendilerini desteklemektedir. Nitekim Tevrat’ta “Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinden almayacaksınız. Böyle yapın ki mülk edinmek için gideceğiniz ülkede el attığınız her işte Rab sizi kutsasın.” (Tevrat, Kanunlar / Yasa Kitabı, 23: 20.) diye yazılmıştır.

Faizciliği Yahudiler meslek edindikleri içindir ki Bediüzzaman “Lemaat” isimli eserinde “Riba, İslâm’a Zarar-ı Mutlaktır” başlığı altında özetle şunları ifade eder. “Faiz tembellik verir, çalışma şevkini söndürür. Faizin kapıları ve kapları bankalardır. Bankaların faydası insanların en fena kısmı olan gâvurlaradır. Gâvurların da en fenası olan zalimleredir. Zalimlerin de en fena kısmınadır, onlar da sefihlerdir. İslâm dünyasına mutlak zarardır.” (Nursî, Sözler, Lemaat, s. 1189.) demektedir.

Faizi geçim vasıtası yapan, sermayeyi para kabul edip onu kullanarak yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranlar Yahudilerdir. Onların bu durumunu Kur’ân-ı Kerim bizlerle gayet net bir şekilde açıklamaktadır. “Sen Yahudileri hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.” (Bakara, 2:96.) “Onların çoğunu günaha, zulme ve haram yemeye koştuklarını görürsün.” (Maide, 5:62.) Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar, Allah bozguncuları sevmez.” (Maide, 5:64.) “Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.” (Bakara, 2:60.) gibi ayetler Yahudileri anlatmaktadır. Bediüzzaman bu ayetlerin yorumunda şöyle der: “Yahudileri anlatan bu ayetler Yahudilerin sosyal hayatı altüst eden, emek-sermaye mücadelesini kışkırtarak fakirleri zenginlerle çarpıştıran, hile ve hud’a ile mal toplayarak kat kat (mürekkep ve bileşik) faiz alarak bankaları tesisine sebep olan Yahudilerdir. Bunu yaptıkları için her milletten nefret görmüşlerdir. Hırs sebebi hasaret olduğu için mahrum kaldıkları ve daima zulüm gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikam almak için her çeşit fesat komitelerine karışarak ve her nevi ihtilale parmak karıştırmışlar ve ihtilalleri körüklemişlerdir. (Nursi, Sözler, s.650.)

Merkantilistler faizi sermayenin kirası olarak kabul ederler. Parayı, yani kapitali mal olarak kabul eden bu görüş kendisini “arazi ve gayr-i menkullerin kirası” olduğu gibi faizi de paranın kirası olarak kabul eder. Adam Smith ve David Ricardo gibi klasik ekonomistler de faizi ödünç paranın sağladığı kârın alacaklıya yansıması olarak kabul etmiş ve savunmuşlardır. İçinde bulundukları sanayileşme süreci ve bu süreçte sermayeye duyulan ihtiyaç, başka bir alternatif bulunamadığı için “Faizi” meşru hale gelmesini sağlamıştır. Şayet Müslümanlar “zekât ve sadaka” ile “karz-ı hasen” kurumları oluşturulmuş olsaydı faize ihtiyaç duyulmadan büyük bir sermaye oluşumu sağlanabilirdi.

Daha sonra Karl Marks, faizi tabiata aykırı ve ahlâksız bir kazanç yolu olarak kabul ederken John Maynard Keynes faizin tasarruf için geçerli olmadığını savunmuş ve faizin yatırımları teşvik etmek yerine engelleyeceği tezini ortaya atmıştır. Günümüz dünyasında başta ABD olmak üzere pek çok devlet Keynes’in “Devletin sınırlı olarak ekonomiye müdahil olması” gerektiği tezini uygulamaktadır. Bilhassa krizlerle boğuşan dünya devletleri devletin müdahalesini krizden kurtulmak için çare olarak görmeye devam etmektedirler. Faizi de devletin denetimi altında tutarak %1-2’den çok olmaması için gerekli tedbirleri almaktadırlar. Aksi takdirde yüksek faiz bedendeki yüksek ateş gibi ekonominin hastalığı olarak fertleri ve toplumları buhranlara sürüklerdi. Günümüzdeki ekonomik krizlerin sebebi yüksek faizdir. Bir ülkeden faizler ne kadar düşük ise ekonomi ve ticari hayat o derece sağlıklıdır. Faizin sıfırlanması ve olmaması ise tam sağlıklı bir ekonomik yapıyı oluşturur.

4. Günümüzde Uygulanan Faiz Çeşitleri
Normal faiz vadenin sonunda anapara ile beraber ödenir. Buna basit faiz denir. Bu nevi faizin hesabı da kolaydır ve ilan edilen faiz oranı ile gerçekleşen faiz arasında fark yoktur. Kâğıt üzerinde faiz denilince kastedilen ve müşterinin bildiği faiz de budur. Ancak günümüz bankalarında uygulama bu şekilde değildir.

a) Bileşik Faiz: Faizi çoğaltan, borçluyu zora sokan ve şaşırtan “mürekkep/bileşik” faizdir. Yani, faize de faizin işletilmesidir. Bir yıl vadeli bir ticari kredide borç tasfiye edilmeden evvel senede dört defa faiz tahsil edilir. Bu nedenle bankanın müşteriye ilan ettiği %60 faiz gerçekte %75 oranında gerçekleşir. Bu aylık tahsillerde ve kredi kartı borçlarında daha yüksek orandadır.
Hiçbir banka veya finans kurumu kredi müşterisine bileşik faiz oranını söylemez. Bu sözleşmelerin görünmeyen ince ve ufak yazılarında saklıdır. Ancak aynı bankalar hazine bonosu pazarlarken müşteriye sağladığı karı nemadaki bileşik faizi ön plana çıkararak bildirmektedirler. Bu nedenle bileşik faiz borçlu için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilmektedir.

b) Iskonto Faizi: Faizin hesap edilerek önceden anaparadan düşülmesi suretiyle net bakiyenin ödenmesidir. Bu da borçlu yönünden kesinlikle aldatıcıdır. Banka veya faktöring şirketinin gösterdiği %40 olarak ifade edilen 6 aylık banka faizi gerçekte %56 olarak gerçekleşir.

c) Temerrüt Faizi: Borcunu zamanında ödemeyen borçluya daha yüksek oranda bir faizin tatbik edilmesidir. Burada borçlunun kötü niyetli olduğu ve kasten borcunu ödemediği varsayımına dayanır. Burada borçlunun kusurlu ve mazeretli olup olmadığı araştırılmaz. Borçlu mazeretini ispat ederek bu faizden kendisini kurtaramaz.

d) Gecikme Faizi: Alacağını vadesinde tahsil edemeyen alacaklının bu sebeple uğradığı farz edilen zararın karşılığı alınan faizdir. Alacaklının zararını ispat etmesi gerekmez. Borcun ödenmesinin gecikmesi yeterli bir sebeptir.

e) Cezâî Fâiz: Sözleşemeye uymayan borçluya uygulanan faizdir. Sadece para borcu için değil her türlü borç için uygulanabilir.

g) Kânûnî Fâiz: Yasalardan doğan ve taraflarını iradesine bağlı olmayan fâizdir. Taraflar mukavelede fâiz şartı koymasalar bile para borcunu zamanında vermeyen aleyhinde kanunların uyguladığı fâizlerdir. Bilhassa kişinin devlete karşı olan borcunu zamanında ödememesi durumunda yasal faiz devreye girer ve devlet haciz yoluyla bu borcu faizi ile beraber tahsil eder.

h) Akdî Fâiz: Alacak için nasıl bir faiz türü ve oranı uygulanacağına dair yasal bir hüküm olmamasına rağmen tarafların karşılıklı iradesi ile bir faiz oranı kararlaştırılarak mukaveleye konabilir ve zamanında ödenmeyen borç için bu faiz devreye girebilir. Buna da “Akdî Faiz” yani sözleşme gereği uygulanan faiz denir.

5. Faiz Neden Yasaklamıştır?
Ticareti ve karı esas alanlar ve menfaat peşinde koşanlar “ticarette kar vardır, para da mal gibidir, parayı satmak da malı satmak gibidir, dolayısıyla bu da riba ve faizdir.” “Vade farkı da satıştan elde edilen kar da faiz gibidir.” diyerek faizi meşrulaştırmaktadırlar. Ancak yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde faizcilerin “Alışveriş de faiz gibidir.” diyerek meşrulaştırmak istediklerini belirtir ve “Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 2:275.) buyurur. Bu nedenle her şeyden önce faizin yasak olmasının sebebi Allah’ın yasaklamasıdır.

Allah bir şeyi emreder farz olur, yasaklar haram olur. Bir şeyin niteliği değişmediği sürece isminin değişmesi sonucu değiştirmez. Oruç ve namaz neden farzdır ve içki neden yasaktır? Allah böyle emretmiştir. Aynı şekilde faiz de Allah yasakladığı için haramdır. Ancak Allah’ın bütün farzlarının ve haramlarının pek çok ferdî ve sosyal faydaları olduğu malumdur. Elbette faizin de pek çok ekonomik, sosyal ve ferde ait faydaları vardır. Ama ne var ki, Allah’ın emrini bir kenara bırakıp sadece faydalarına yönelmek, yapılan işi ibadet olmaktan çıkarır. Allah’ın emri “maslahat” ve “menfaate” kayarsa bu muameleden zarar gören veya yarar görmeyenin ibadet etme gerekçesi ortadan kalkmış olur. Bu ise saçmadır. Kişi Allah’ın emrini yerine getirirken zarar da görebilir. Asıl ibadet bu şekilde ihlaslı, yani Allah için olur. Faiz yasağı da zekât emri de bu kuralın dışında değildir. Her ikisi de insana fayda verdiği için değil, Allah’ın emri olduğu için uygulanır.

Hayat yardımlaşmanın sonucudur. Allah kâinata yardımlaşma kanunun koymuştur. Hayat bir mücadele değil, yardımlaşmadır. İnsanlar yardımlaşma ile ayağa kalkmakta, yardımlaşma ile hayatını devam ettirmekte ve yardımlaşma ile kendisini ve toplumu geliştirmektedir. Her konuda yardıma muhtaç olan insan ekonomik ve mâlî yönden daha fazla yardıma ihtiyaç duyar.

Paraya ihtiyaç duyan biri parası olandan bir miktar borç istemektedir. Parayı veren kişi, muhtacın çaresizliğinden istifade ederek bir dizi şartlar ileri sürüp bundan faydalanmak ister. Muhtaç olanın ise bu şartları kabul etmekten başka çaresi yoktur ve pazarlık yapma gücü de yoktur. Para sahibi kendisinden ve kazancından emindir. Parayı alan ise kazancından emin değildir ve çalıştığı, sermaye olarak aldığı paradan hem kendisi kazanacak hem de para sahibini kazandıracaktır. Kazanamazsa kendisi emeğinin karşılığını alamadığı için iki misli zarar edecek ama borç aldığı kişiye kazandırmaya devam edecektir. Borcunu ödemek için evindeki ve elindeki zaruri ihtiyacı olan mallarını da elinden çıkarmak zorunda kalacaktır.

Faiz yardımlaşmayı ortadan kaldırır, yapılan yardımın Allah rızası için olmasına mâni olur, menfaati esas alır ve kişiyi ubudiyet ortamından uzaklaştırır, sebeplerin ve menfaatin esiri yapar, borç alanı iki misli zor durumda bırakır. Faiz insanı tesiri sebeplere veren bir anlayışa ve şirk ortamına sürükler. Günümüzde materyalist ve inkârcı felsefe faiz sistemini kurup ekonomiyi her şeyin belirleyici unsuru haline getirmiş ve insanlığı menfaatin ve maddenin esiri yapmış ve insanlığın rahatını ve huzurunu kaçırmıştır. Faizi ekonominin olmazsa olmazı ve kilit kavramı haline getirmiştir.

Zenginlik kaynakları Allah’ın kudreti ve iradesi ile insanlığa bahşettiği toprak, maden, su, hava, güneş, nemalanan evcil hayvanlar, zirâî bitkiler ve mallar, ormanlar ve su ürünleridir. Bunların üretimi insan ihtiyacının karşılanması ve tüketimi için yapılan faaliyetler çalışmayı gerekli kılar. Allah zenginliği paraya değil, üretime bağlamıştır. Para sadece tedavül aracıdır. Aracı amaç haline getirmek yanlış olduğu gibi, üretimi de engeller. Bu da uzun vadede fakirliği netice verir.

Faizi meşrulaştırmak isteyen görüşler en makul olarak kendilerine göre “kişi elinde bulunan bir miktar parayı birine veya bir bankaya bir yıl süreyle verdiği zaman o parayı kullanma hakkından vazgeçmektedir. Şayet bir sene o parayı kullanmış olsaydı onunla büyük kazanç elde edecekti.

“Faiz parayı kullanma hakkından vazgeçmenin karşılığıdır.” derler. Ama paranın sadece kullanımını kazanç getirmediğini dikkate almazlar. Para, malın değerini belirleyen ve malı satın alan bir mübadele aracıdır. Ancak alınan mal kendi kendine değer kazanmaz. Bilakis kendi kendine bırakıldığı zaman bozulur, kaybolur, çalınır ve değerini yitirir. Bu mal ancak “emek” verildiği ölçüde korunur, nemalanır ve değer kazanır. Kazanç para ve malın karşılığı değil, ona verilen emeğin karşılığıdır. Kişi emeğini ve alın terini mala katmadığı sürece malın değeri artmaz. Allah’ın yarattığı varlıklara değer biçmek mümkün değildir ve o malların hakiki değeri parasal değeri değildir. Bir malın parasal değeri o malı üretmek, taşımak ve pazarlamak için insanın gösterdiği gayret ve emeğin karşılığıdır. Meşru kazanç budur. Bu nedenle emeği hesaba katmadan nakliye ve ticaretteki fazlalığı faiz ile karıştırmak cerbeze ve büyük bir yanılgıdır.

İnsanın ihtiyaçlarını karşılamak için yaptığı mübadele ve alışveriş ticareti canlı hale getirir. Bu nedenle ticari hayat ayrı bir kazanç kapısı olmuştur. İnsanların üretim, tüketim ve ticari faaliyetlerini doğru ve verimli kılmak eğitimi, meydana gelecek birçok haksızlıkları önlemek hukuku ve insanların aralarındaki yardımlaşmayı sağlamak da devleti ve memuriyeti gerekli kılmıştır. Faiz bütün bu fıtrî ve normal işleyişi ve sosyal hayatın verimli akışını bozar, zenginlere haksız kazanç sağlar, para sahiplerine tembellik, israf ve sefahatin kapısını açar.

Yardımlaşmayı, merhameti ve dolayısıyla insanlığı ortadan kaldırır, ahlâkı tahrip eder.
Faizin bütün olumsuz etkilerine, insanlara verdiği bireysel zararlara rağmen çok yaygın olması, finans kurumlarının daha da çoğalmasının sebebi günümüz ekonomisinin ve çağdaş işletmeciliğin büyük sermayeye ihtiyaç duymasındandır. Günümüzde hiçbir yatırım küçük sermayelerle yapılamamaktadır. En küçük bir işletme dahi üretimi, işletmesi ve pazarlaması için büyük sermayeye ihtiyaç duymaktadır. Girdi fiyatları ve üretim için gerekli olan insan ve maddi kaynaklar oldukça yüksek meblağlar oluşturmaktadır. Sermayeyi oluşturmak kolay olmadığı için finans kurumlarına ihtiyaç duyulmakta ve üretim maliyetleri ile girdi masrafları da fiyatlara yansıtılarak sosyal hayatta ve piyasada büyük bir pahalılığa sebep olmaktadır. Bütün bu sebepler parayı en çok ihtiyaç duyulan bir meta ve mal haline getirmiş ve tedavül aracı olmaktan çıkarmıştır. Sermaye sahipleri de gerek eldeki parayı kullanarak gerekse sermayeleri bir araya getirip büyük finans kuruluşları ve bankaları kurarak üretilen ve temel ihtiyaç malzemesi olan mallar yerine parayı satmaktadırlar ve para üzerinden çalışmadan kolayca çok fazla miktarda para kazanmayı tercih etmektedirler. Günümüzde faizin ve faizle para veren finans kurumlarının yaygın olmasının sebebi budur.

Faizin yasaklanmasının en önemli sebeplerinden birisi de toplumda ve sosyal hayatta bulunan zengin-fakir ve havas-avam gibi tabakalarına arasındaki uçurumu kapatmak ve düşmanlığı ortadan kaldırarak sosyal hayatın mükemmel işlemesini sağlamaktır. Çünkü aşağı tabakadan yukarıya doğru çıkan ihtilal sedalarını, kin ve haset gibi düşmanlığı körükleyen duyguları, yukarıdan aşağıya doğru inen zulüm ve hakaret ateşini ve tahakküm ve kibir gibi duyguları ortadan kaldırmaktır. Yukarıdan aşağıya merhamet ve ihsan; şefkat ve terbiye inmeli, aşağıdan yukarıya da sevgi ve itaat, hürmet ve saygı çıkmalıdır ki sosyal hayatta zengin ve fakir arasında uçurum oluşmasın. Bu birlikteliği ve yardımı sağlayacak ve düşmanlıkları ve kötü davranışları ortadan kaldıracak olan İslâm’ın “Zekât” emri ile “Faiz” yasağıdır. İnsanlık Allah’ın bu emrini dinlemeli ve yasağına uymalıdır ki sosyal çalkantıların, ihtilal ve savaşların önü alınsın. (Nursi, Sözler, s.1152.)

Dünyamızın geçirdiği ihtilaller ve dünya savaşlarının arkasında sermaye sahiplerinin fakir ülkeleri sömürge haline getirmesi ve faizin ekonominin gereği kabul edilerek fakirleri ve fakir ülkeleri zor duruma sokması, yani “emek ve sermaye mücadelesi” vardır. 1914–1918 Birinci Dünya Savasının sebebi bu olduğu gibi, 1941–1945 yılları arasında çıkan II. Dünya Savaşının sebebi de yine “Emek-Sermaye Mücadelesi”dir. Bu savaş sonunda akıllarını başlarına alan dünya liderleri “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” düzenlemek ve “Temel Hak ve Hürriyetlerden” herkesin istifade etmesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmışlar ve günümüze kadar bunu geliştirmişlerdir. Ancak “Faizi” ekonominin gereği olarak kabul ettikleri için ekonomik olarak dünyanın rahat ettiği söylenemez. Günümüzün krizleri faizden kaynaklanan ekonomik krizlerdir. Beşer rahat etmek ve krizlerden kurtulmak istiyorsa Kur’ânın emrini dinlemeli ve yardımlaşma aracı olan “Zekâtı” prensip edinmeli ve emeğin düşmanı olan “Faizi” yasaklamalıdır. Kendi aralarında “Karz-ı Hasen” dediğimiz Allah için menfaat karşılığı olmayan borç vermeyi “ekonomik yardım” vasıtası yapmalıdır. Milletlerin ve toplumdaki avam ile havas gibi tabakaların barışı ve huzuru ancak bu şekilde sağlanabilir.

Faizin yasaklanmasının sebebi haksızlığın kaynağı olmasıdır. Ödünç paranın karşılığında fazlalık alınması ya borçlunun veya alacaklının haksızlığa uğramasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bankalar “müşterisine güneşli havalarda şemsiye tutup yağmurlu havada çeken kurumlar” olarak bilinirler. Ayrıca bankerler ve bankalar hem ödünç alanı hem de ödünç vereni ve kendilerine güvenen halkı defalarca mağdur ederek çok sayıda dramatik olaylara ve krizlere neden olduğu bilinen bir gerçektir. İnsanların yıllarca biriktirdikleri tasarrufları, emekli ikramiyeleri ve ücretler faiz ve yüksek kazanç hevesi ile bankerlere verildi ve bankalara yatırıldı ve sonra batırıldı. Saadet zincirleri koparak pek çok saf para sahiplerini mağdur edilerek intiharlara kadar sürüklendiği bilinen ama ders alınmayarak unutulan gerçeklerdir. Yakın tarihimizin 1994 ve 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinin banker ve bankalar tarafından oluşturulduğunu çok çabuk unuttuk. Sayısız firma iflas ederek ticari hayata son verdi. Binlerce mağdur perişan oldu. 25 banka battı ve sahipleri hapislere girdi. Krizin faturasını ise masum ve mağdur halka çıkarıldı ve haksız yere milyonların üzerine yıkıldı.

Dünyadaki ekonomik buhranların sebebi olan faiz ve onların kapısı ve kabı olan banka ve finans kurumlarının bu derece yaygın olmasının sebeplerinden en önemlisi de Müslüman ekonomist ve hukukçu ilim adamlarının yardımlaşma aracı olan “Zekât” ve “Karz-ı Hasen” prensiplerini sistemli ve “Kurumsal” hale getirememiş olmalarıdır. Peygamberimiz (asm) zekât memurları tayin ederek zekâtı “kurumsal” hale getirmiş olduğu halde daha sonra ilim adamları “zekât” ve “karz-ı haseni” “oruç” gibi bireysel ibadet olarak algılamış ve bireylerin vicdanına bırakmışlardır. Hâlbuki “ilim” “namaz” ve “hac” gibi ibadetlerin uygulamasını kurumsal hale getirmişler ve sistemli kurumlar oluşturmuşlardır. Bu ihmalin Müslümanlara ve insanlık âlemine ne derece zarar verdiği yaşanan tecrübelerle ortaya çıkmıştır.

Karz-ı Hasen, Nüzûr ve Sadakalar ile beraber “Zekât” kurumsal hale getirilerek insanlığın yararına çalıştırılmış olsaydı “Faiz” ile işleyen Finans Kurumlara ve Bankalara ihtiyaç kalmayacak ve büyük sermayeler oluşturulabilecekti.

6. Kur’ân-ı Kerimin Faizi Yasaklaması
Kur’ân-ı Kerimin nazil olmaya başladığı dönemde Araplar ticaretle meşgul oluyorlar ve zengin bankerler faizi sermayenin hakkı olarak kabul ediyor ve borcu zamanında ödeyemeyenlere “bileşik faiz” uygulamasını meşru kabul ediyorlardı. Hatta kişi borcunu ödeyemediği durumlarda sermaye sahiplerinin kölesi durumuna düşebiliyordu. Kutsal Mekke Kureyş’in ticaret merkezi olduğu için hatırı sayılır zenginleri vardı ve bunlar ticaret yanında “bankerlik” de yaparak parayı sermaye olarak kabul ediyorlar ve para üzerinden para kazanıyorlardı. Faiz en yaygın şekilde uygulanıyordu.

Yüce Allah faizi yasaklarken tedrici bir metot takip etti. Önce bileşik faizi yasakladı ve “Ey iman edenler! Kat kat faiz almayın.” (Âl-i İmran, 3:130.) buyurdu. Daha sonra “Yahudilerin yasaklanan faizi almaları, insanların mallarını haksız yere yemelerinden dolayı cezalandırıldıkları” (Nisa, 4:160-161.) ifade edildi. Son olarak da “Faiz yiyenler mahşerde şeytan kendilerini çarpmış gibi kalkarlar. Bu onların alışveriş de faiz gibidir demelerindendir. Gerçekte ise Allah alışverişi helal faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 2:275-281.) buyurarak faizi alışverişten ve ticaretten ayırarak kesinlikle haram kılmıştır. Devam eden ayetlerde ise “Eğer tövbe eder faizden vazgeçerseniz anaparanız sizindir. Böylece ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz.” (Bakara, 2:279.) buyurarak paranın meta ve mal olmayıp tedavül aracı olduğunu, paranın mal ve meta olarak görülüp alınıp satılamayacağı, helal kazancın ancak emek ve çalışma sonucu ve nemalanması ile olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (asm) Veda Hutbesinde “Cahiliye ribasından olan her çeşit riba kaldırılmıştır; ancak ana sermayeniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz ne de zulme uğrarsınız.” buyurmuş ve bu yasağı kesinleştirmiştir.

Bu ayet ve hadisler “Ödünç ve borç” olarak verilen para üzerinden herhangi bir hak ve menfaat temininin olamayacağını açıkça ifade etmektedir. Alacaklının borcunu tam olarak tahsil etme hakkına haiz olduğunu da açıkça belirtir. İslâma göre borcun zamanında ödenmemesi zulümdür. Bu nedenle alacaklının zamanında borcunu isteme ve eksiksiz alma hakkı vardır. Ancak borucunu erteleyerek borçluya mühlet tanıması ve genişlik göstermesi de Kur’ân-ı Kerimin tavsiyesidir. (Bakara, 2:280.)

Günümüzde din adamlarının “Ev ve Araba Kredisi” gibi bazı banka kredileri “zaruri ihtiyaç” olarak görüp faizle para alınmasına fetvalar vermeleri mevcÖdünut işleyişi onaylamaya ve gelecekte faizi meşrulaştırmaya götürebileceği için semavî ve meşru değildir. Bu durum Calvin’in “Sermaye oluşumu için bankalara ve faize onay vermesine” benzer bir durumdur.

Bu ayrıca günümüz “Faiz ve Banka Sistemine” karşı alternatif finans ve yardımlaşma kurumlarını oluşturma çabalarının da önünü keser. Bu konuda yapılacak çalışmaları da engelleyerek mevcut faiz sisteminin devamına katkı sağlar. Bu nedenle din adamları faiz sisteminin mevcut işleyişi içinde fetva arama çalışmaları yapacaklarına Kur’ân-ı Kerimin yasağını topluma anlatmalıdırlar. Yine Kur’ân’ın faize alternatif olarak gösterdiği “Ticaretin Geliştirilmesi” “Zekâtın Yaygınlaştırılması ve Zekat Kurumu” “Sadakaların Artırılması” “Yardımlaşma Kurumlarının Oluşturulması” “Karz-ı Hasen/Ödünç Verme Kurumlarının Kurulması” gibi çalışmaları başlatarak geliştirilmesi yönünde çaba sarf etmeleri daha akılcı, doğru ve meşrudur. Dinimizin emrini uygulamaya yönelik çabalar fetva vermeye yönelik çalışmalardan daha çok Allah rızasına uygundur. Her zaman çözüm için çalışmak, mevcut şartlar içinde çare bulmaktan daha yararlıdır.

 

Etiketler: BorçCalvinEv ve Araba KredisiFaizFaiz ÇeşitleriFaiz neden yasaklandıFaiz NedirFaiz ve BankaFaizin TarihiKarz-ı HasenKeynesÖdünç ve BorçRibaRiba ve Faiz KonusuYardımlaşmaZekat
M.Ali KAYA

M.Ali KAYA

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

EN ÇOK PAYLAŞILANLAR

HÜRRİYET NEDİR?

SİYASAL İSLAM NEDİR?

Hz. HÜSEYİN’İN HÜRRİYET ve HUKUK MÜCADELESİ

ÜRETİMİN GÜCÜ

HÜRRİYET VE DEMOKRASİ İSTEMEYENLER

HÜRRİYET-İ ŞER’Î

YAZI ARŞİVİ

Copyright © 2021 - Her hakkı saklıdır

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Anasayfa
  • Hakkımda
  • Kitaplarım
  • Sunumlarım
  • Hürriyet
  • Hukuk
  • İktisat

Hoşgeldiniz

Hesabınıza Giriş Yapın

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Yeni Hesap Oluştur

Kayıt olmak için aşağıdaki formları doldurun

Tüm Alanları Doldurun Giriş

Şifrenizi geri alın

Lütfen şifrenizi sıfırlamak için kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş