M. Ali KAYA
“İnsanlar medeni kalacaklar ise birlikte yaşama kültürünü benimsemeli ve bunu geliştirmelidirler.”
Birey ile devlet arasında yer alan, -eğitim gönüllüleri dernekleri, cami dernekleri, hizmet vakıfları, spor kulüpleri vs.- gönüllü olarak oluşturulan bütün örgütler “Sivil Toplumu” oluştururlar. Bireyin bağlı olduğu aile de gönüllü birlikteliğin sonucu olduğu için sivil tolumun ilk çekirdeği sayılabilir.
Sivil toplum medeniyetin gereğidir. Toplumda yaşama ihtiyacı insanın fıtratının gereğidir. Zira insan medeni-i bittabdır, yani fıtraten medenidir. İhtiyaçları çoktur ve bu ihtiyaçlarını ancak başkalarının yardımı ile karşılayabilir. Bir ekmeği yediği, bir elbiseyi giydiği zaman kaç eli manen öperek minnet duyduğu ve teşekkür etmesi gerektiği herkesçe kabul edilen bir husustur. Topluma yaşama mecburiyeti ihtiyaçlarının giderilmesi, iş bölümünün yapılması nedeniyle insanlar arasına barış ve refahın da temeli atılmış olur.
Sivil toplumda bireylerin iradeleri ile ihtiyaçlarını hür olarak elde edebilmeleri hürriyetin gereğidir. Hürriyet iyi ve doğru olanı yapabilmek için gereklidir. Kötüyü ve yanlışı yapma hürriyeti yoktur. İyi olanı yapma ve kötü olanı yapmamak için adil kısıtlamaların olması gerekir. Bu nedenle sivil toplum kuralların olduğu ve insanların bu kurallara uyduğu toplumdur. Kişiler içinde bundukları koşulları geliştirebildikleri ve ortaklaşa hareket edebildikleri oranda hürdürler. Başıboşluk hürriyet değildir ve adaleti ortadan kaldıran, çatışmaları meydana getiren şey başıboşluktur. Bu nedenle adil kurallar ve bu kurallara uymak şarttır.
Gerçek hürriyet bireyin yönetime katılma hürriyetinden çok bir kişinin diğeri ile birliktelik kurabilmesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Toplumun gelişmesi bireylerin işbirliğinin yan ürünüdür.
Hür birey hür toplumu, hür toplum da medeniyeti meydana getirir. Hür bir toplum da insana dayalı değil, kanuna dayalı bir devlette oluşur. Bu nedenle bireyin hakimiyeti değil kanunun hakimiyeti şarttır. Ancak kanunların da bireyin –kim ve hangi statüde olursa olsun- hürriyetini sağlamaya yönelik adil yasalardan oluşması şarttır.
Birlikteliğin devamı ise alt birimlere bağlı olmak, ait olduğumuz sivil toplum kuruluşlarını sevmek, halk arasındaki muhabbetin oluşmasına bağlıdır. Toplumda bu birlikteliği sağlamak da “hürmet, merhamet, itaat, emniyet ve haram helal duygusunun” fert ve toplum vicdanında yerleşmesine bağlıdır. Bunu da ancak din ve iman sağlayabilir. Bunların dışında sadakat, yardımlaşma, sevgi ve saygı gibi ahlakî değerler de vardır. İdeal ve ülkü birliği, hedef ve amaç birliğini de buna ilave etmek gerekir. Bu gibi teme değerleri daha çok din sağladığı için fert ve toplumda din duygusu güçlendikçe sivil toplum da güçlenir.
Sivil toplumun düşmanı bireysel özgürlükler değil, adil olmayan devlettir. Zorba devlet yetkileri ve kaynakları merkezileştirir, toplumdaki güçlü bağları koparır ve bireysel sadakati zayıflatır. Böyle yapınca devletin güçleneceğini zanneder. Yine zorba devlet birlikte yaşama sanatının önüne engeller koyar. Totaliter bir devlet bireylerin ortak amaçları gerçekleştirmek için işbirliği yapmalarının önüne yasal engeller koyar. Böyle bir devletin amacı devleti güçlendirmektir. Bunun için devlet bireylerin tüm hedeflerini kendisi belirler. Bireye bu konuda inisiyatif tanımaz ve hür düşüncenin, bireyin iradesinin önünü tıkar. Totaliter bir devlette bireyler ancak devletin amaçlarını gerçekleştirmek için vardır.
Sivil toplumun en önemli çekirdeği ve temel öğesi ailedir. Toplumun geleceği olan çocukların çocukların bakıcısı, eğiticisi ve yetiştiricisi olan ve onları topluma kazandıran ailenin oynadığı bu rolü hiçbir kurum yerine getiremez. Başkaları için kaygı duyma ve acizleri himaye etme duygusu olan “şefkat” ve “merhamet” aile kurumunun temelini oluşturur.
Her şeyden önce aile duygusal bir kurumdur ve kişideki duygusal gelişime en büyük katkı aile ortamında sağlanır. Ahlaki değerler ve yardımlaşma duygusu ailede kazanılır. Geleceğin vatandaşlarına sorumluluk duygusu, doğru ve yanlışın eğitimi aile içinde verilir. Aile ayrıca hürriyetin ve baskının da yaşanarak öğretildiği bir yerdir.
Bireyler özgür olmakla güvende olmak arasında iki farklı durum ile karşı karşıyadırlar. Özgür olmak yerine güvende olmayı tercih ederlerse totaliter devlete yem olurlar ve böyle bir devletin sadık birer savunucusu olurlar. Böyle bir devletin en büyük düşmanı ise “Ben ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam” diyen özgür ve hür bireylerdir. Bu nedenle hürriyeti benimsemiş aileler, hür girişimciler, gönüllü örgütler ve hür sendikalar devlete olan sadakati zayıflatır zannedilir. Gerçekte ise hür bireyler ve hürriyet içinde iradesini kullananlar güçlü devletin ve adaletin oluşmasına büyük katkı sağlarlar. Hür bir milletin devleti totaliter devletlere göre daha güçlü ve daha adil bir devletin oluşumuna katkı sağlarlar.
Ticaret ihtiyaçların giderilmesi , sanatın ve zirâî mamullerin mübadelesi için gereklidir. Ticaret medeni davranışları teşvik eder ve medeniyetin oluşumuna en büyük katkıya sağlar. Ticaret toplumda kabalığı ve vahşeti giderir, insanlar arasında yakınlaşmayı ve kaynaşmayı sağlar, sanatın ve bilimin gelişmesine katkıda bulunur.
Zira ticaret “iyi kalplilik taşımaya gerek kalmadan bir başkasına hizmet sunmayı” mümkün kılar. David Hume “Ticarette halkın iyiliği için hareket etmenin kötü insanların çıkarına olduğu bir toplumun oluşumunu sağlar” demiştir.
Ticarette itimat ve güvene ihtiyaç vardır. Ticari hayat ister istemez bunun mümkün kılar. Verilen sözlerin tutulduğu bir ortamın oluşmasına katkı sağlar. Bu da sivil toplumun oluşmasına katkı sağlar. İhtiyaçların giderilmesi için üretime, üretimin mübadelesi için alış-verişe ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaçtan medeni münasebetler ortaya çıkar.
Farklı grupları işbirliği için harekete geçiren şey ihtiyaçlar ve çıkarlardır. “İhtiyaç medeniyetin üstadıdır.” Bu nedenle kurumlar ortaya çıkmışlardır. Zaman içinde artan ihtiyaçlar da kurumların gelişimine katkı sağlarlar. Kurumların gelişmesi ile de medeniyet gelişir ve bu gelişme her yönde devam edip gider.
Faşist ve komünist rejimlerin aileye düşman olmaları tesadüfi değildir. Bunun nedeni devleti kutsamaları, her şeyin odağına oturtmaları, bireylerden ailevi bir sadakat beklemeleridir. Bu nedenle ailenin yok edilmesine çalışırlar. Güçlü aile ve sivil toplum despotluğa engeldir. Sivil toplum ne derece zayıflarsa birey devlete karşı savunmasız kalır ve teslim olur.
Sivil toplumda fertlerin, bireylerin aileye, topluma ve kuruluşlara karşı hakları ve sorumlulukları vardır. Bu yükümlülüklerdir ki toplumdaki bağları oluştururlar ve toplum bu şekilde kendisini idare eder. Devlet hiçbir zaman bunların yerini alamaz.
Hiçbir devlet sivil toplumu inşa edemez. Sivil toplum kuruluşları devletin eli ile inşa ediliyor ise orada bir kurnazlık daha vardır. O da bu kuruluşlar aracılığı ile fertleri ve sivil toplum kuruluşlarını kontrol altına alarak yönetmek ve otoritesini sivil toplum üzerinde de göstermek istemesidir. Sivil toplum manevi ve ahlakî değerler üzerine kurulur. Toplumda ahlâkî değerleri yok etmek inşa etmekten çok daha kolay olduğu için despotizm daima tahribe çalışır. Bu da anarşiyi/kargaşayı netice verir. Anarşi ise fertleri korunması için otorite ve himaye gerektirir. Bu da otoriter devletin işine gelir. Bu nedenle despot devlet, yani faşist ve komünist devlet sivil toplumun en büyük düşmanıdır.
Sonuç olarak, despotizm/ istibdat her türlü gelişmenin engeli ve insanın insanlığını yok eden bir sistemdir. Özgürlük ise her nevi gelişme ve kalkınmanın temel felsefesidir. Bütün gelişme ve kalkınma hürriyet içinde hür fertlerin çabaları ile mümkün olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Bu nedenle sivil toplumun inşası geleceğimizin teminatıdır.