M. Ali KAYA
İnsanın kendisine yardım etme ruhu, kendi terakkiyatının kökü ve temelidir. Bu ruh pek çoklarında yerleşirse milli azmin ve kuvvetin hakiki kaynağını teşkil eder. Dışarıdan gelen yardımın tesiri ekseriya az ve geçici olur. İnsanı canlandıran, insanın içinden gelen kendine yardım etme, kendini geliştirme isteğidir. Fazlaca idare edilmeğe ve yol gösterilmeye mahkûm bırakılan insanlarda kendi kendine yardım ruhu pek gelişmez, şahsî teşebbüs cesareti oluşmaz, o insan da başarılı olamaz.
En iyi müesseseler bile insana tesirli bir yardımda bulunamazlar. Zamanla daha iyi anlaşılıyor ki hayat, hürriyet ve mülkiyet hakkının hükümetlerce de olsa himayeye alınması insanlara tam olarak bunu sağlayamıyor, bilakis yollarına engel teşkil ediyor. Hiçbir kanun tembeli çalışkan, sarhoşu ayık hale getiremez. Bunlar ancak ferdi teşebbüslerle, şahsi fedakârlıklarla, daha iyi itiyat ve huylarla sağlanır. İmtiyazların da bu hususta yapacağı hiçbir şey yoktur.
Bir hükümet, şayet mensubu olduğu milletin seviyesinden yüksekte ise eninde sonunda milletin seviyesine inmeye mecburdur. Aynı şekilde milletin seviyesinin altında olan da o seviyeye çıkmaya mecbur kalacağı gibi… Fıtrat kanunlarına göre, bir milletin müşterek karakteri, kanunları ve hükümeti, mutlaka kendi bünyesine yakışacak bir şekilde olacaktır. Tıpkı bileşik kaplarda kendi seviyesini bulan su gibi… Asil bir millet asillere yakışır bir şekilde, cahil ve kötü ahlaklı bir toplum da alçakçasına idare edilirler. Millet, ferdi şartların bir bütünüdür. Medeniyet de cemiyeti teşkil eden kadın erkek ve çocukların şahsî ve ferdî gelişmelerinin bir muhassalıdır. Çökmesi de tembelliği, menfaate ve ahlaksızlığa olan düşkünlüklerinden ileri gelmektedir.
En yüksek medeniyet, vatanseverlik ve hayırseverlik, kanunları değiştirmek ve müesseseleri ıslah etmekle değil, insanların hürriyet içinde kendi kendilerini ıslah etmelerine ve kendilerini eğiterek yetiştirmelerine yardım etmekle elde edilir.
En büyük köle, bir despotun esiri olan değil, cehaletin, menfaatperestliğin ve ahlaksızlığın esiri olandır. Böyle bir esiri, devletin ve müesseselerin ıslahı kurtaramaz. Bu meş’um gaflet devam ettiği müddetçe, hürriyet sadece hükümete dayanıp ondan ibaret kaldıkça, hayallerin değişmesinden öte bir şey ifade etmez. Hürriyetin sağlam temelleri, ferdin sağlam karakteri üzerine dayanmalıdır. Bu aynı zamanda sosyal emniyetin ve milli gelişmenin de garantisidir.
John Stuart Mill: “Ferdin/bireyin sağlam karakterli olması, despotizmin yıkıcı etkisini azaltır. Ne nam altında olursa olsun, ferdiyeti/bireyselliği mahveden de despotizmin ve istibdadın ta kendisidir” der. Viktor Hugo da: “Dünyaya hükmeden iki güç vardır: Kalem ve kılıç. Birincisi ikincisini öldürecektir” diyerek eğitimin insan karakteri ve ülke gelişimi için ne kadar değerli olduğunu ifade etmiştir.
Egemenlik herkesin çalışması ve kendi nefsine hâkim olmasıyla gerçekleşecektir. Endüstriyel egemenlik te, ekonomik egemenlik te bu şekilde hâkim olacaktır. Şair ne güzel söylemiş:
“Sana senden gelir, bir işte ancak dâd lazımsa,
Ümidini kes zaferden, gayrıdan imdad lazımsa…”
Bütün bunlarla beraber başarının anahtarı sebattır. Azimle yürümek, başarının tek ve önemli şartıdır. Tüm milletler bu günkü durumlarını azimli ve sebatkâr ilim ve fikir adamlarının düşünce ve çalışmalarına borçludur. Avrupa’yı terakkiye sevk eden yüz elli çalışkan ilim adamıdır.
Ne demişler? “Ümitsizseniz ümit siz sininiz...” “Çaresizseniz çare siz siniz!”
Fertlerin enerjik hareketlerinde görülen kendi nefislerine yardım ruhu terakkinin ilk ve ön şartıdır. Günlük tecrübeler gösteriyor ki, başkalarının hayatı ve hareketi üzerinde en kuvvetli tesir bırakan, insanlardaki enerjik ferdiyettir. Okullar, akademiler, kolejler kültür için sadece bir başlangıçtır. Bundan daha tesirli olanı, evlerimizde, sokaklarda, iş yerlerinde velhasıl insanların bulunduğu her yerde, verilecek olan hayat dersi ve tecrübi bilgiler, ahlaki davranışlardan ibaret olan hayat terbiyesidir. “Neslin terbiyesi” diye tarif edilen bu ameliye, “Hareket, ahlak, nefsi ıslah ve terbiye ve iradesine hâkim olma” gibi kurallardan mürekkeptir. Bu, kitaplardan öğrenilmeyen ve edebî bir terbiye ile elde edilemeyen bir durumdur. Bunlar okullarla ve derslerle de öğrenilemezler. Bu durum, tüm bunların üzerinde bir “irfan” meselesidir.
Tüm tecrübeler şunu gösteriyor ki, insanlar kendilerini okumakla beraber çalışarak geliştirip yükseltirler. Kendi kendimizi ıslah ve terbiye, maksada sebatla yürümek, kararlı çalışmak ve esaslı sadakatten ibarettir. Bunu yaşayanların hayat hikâyeleri insana yol gösterici birer örnektir.
İyi bir karaktere sahip insan her yerde başarılı olur ve her yerde saygınlık kazanır. Hangi meslek olursa olsun doğru, dürüst ve güzel yapılırsa sahibinin izzet ve şerefini artırır. Çalışmak bahtiyar olmak demektir. İnsan çalışmaya başladığı zaman mutluluğun kapsını aralamıştır, çalışmaya devam ettikçe mutlu olmaya devam edecektir. Çalışmanın zorlukları vardır. İnsan bu zorlukları yendikçe başarının zevkini de tatmaya başlar. Bilmeliyiz ki: “Her güçlük kolaylıkla beraberdir. Zorluk kolaylığı celb eder.” (İnşirah Suresi, 5–6.)
Bediüzzaman “İhlâs Risalesi” nin sonunda: “Hayat faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesi, bineğidir” der. Demek ki ihlâs, çalışmanın meyvesidir. Samimiyet anlamına gelen ihlâs gayret ve çalışmanın ürünüdür. Kendimize yardımın ve gelişimimize katkı sağlamanın ve bunun için engelleri birer birer aşmanın sonu ihlâsı kazanmaktır. Yoksa tenperverliğin, tembelliğin ve sofi meşrep hallerin unvanı değildir.
FERDÎ GİRİŞİMCİLİK
Teşebbüs-ü şahsî, ferdî girişimcilik anlamına gelen bir tabir ve bir kavramdır. Müteşebbis bir iş yapmaya karar veren ve bunu uygulamaya koyan kişi veya kurumdur. Müteşebbis irade sahibi ve iradesini kullanabilen, içinde bulunduğu şartları okuyan ve geleceği şekillendirmek için bugünün şart ve imkânlarını kullanabilmelidir. Bunu yaparken dünün problemlerini düşünmez ve tecrübelerinin kendisini engellemesine müsaade etmez. Zira dünün şartları yarın yoktur ve dünün tecrübesi geçmişi anlamlandırır; ama geleceği aydınlatmaz.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. Himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit en evvel düşman-ı şedit olan yeis rast gelir. Siz “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz’ (Zümer, 39:53) kılıcını istimal ediniz” (Münazarat, 1996, s.136.) buyurur. Bu veciz ifadeden biz hayatın gereği olan faaliyetlerimizi şevkle yapmamız, önümüze çıkan başta ümitsizlik olmak üzere bütün engelleri Allah’a güvenerek aşma gayreti içinde olmamız gerekir. Bu da şahsî gayret ve çabalarla olacaktır. Bireysel gayretler olmazsa hiçbir faaliyet yapılamaz. Kolektif çalışmalar ve hizmetler de şahsî gayretlerin bir araya gelmesidir.
Eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan bizlerin Avrupa’dan geri kalmamızın en önemli sebebi “şahsî teşebbüse” önem vermememiz ve bireysel teşebbüsün önemini kavramamış olmamızdır. Asrın başında Bediüzzaman bu hususa dikkatimizi çekerek “Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahrâyı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir” ifadeleri ile uyarır. (Divan-ı Harb-i Örfi, 1993, s.57.)
Dinimizin emrettiği “Uhuvvet” birlik ve beraberlik, nefsin esaretini dahi kabul etmeyen “hürriyet” gibi önemli kavramlar, gaflet içinde bulunan insanlara “Fen ve sanat silahıyla cehalet ve fakra hücum ediniz” emrini vermektedir. (Age, s.58.) Ayrıca medeniyetin üstadı ve her nevi terakkinin müessisi olan ihtiyaç fen ve sanata sarılmamızı istemektedir.
Her mü’min hem dinin hem milletin temsilcisi olmalıdır. Bütün gücünü ve şerefini İslam’dan alan ve İslam’a borçlu olan Türk milleti tarihte pek çok şeref levhaları yazmıştır. Bu gelecekte de yazabileceği anlamına gelmektedir. Önemli olan hedef büyütmektir. “Zira maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Hamiyet-i İslam’ın galeyanı ile ahlak da tekemmül ve teâlî eder” buyurur büyük üstad.
Demokrasi dünyada beşer saadetinin sebebidir. Bu da milletin değerlerinin farkına vararak iradesini ortaya koyarak hâkimiyeti ile olur. Milletin hâkimiyetini sağlayan ise demokrasidir. Demokrasi makinesinin buharı ve enerjisi hürriyettir. Hürriyetin olmadığı yerde insan iradesinin kullanımı söz konusu değildir ki o idare demokratik ve meşru olsun. İnsan iradesini tahakkümün belasından kurtaran ve meşveret-i şer’iyenin mayasıyla mayalandıran meşrutiyet-i meşrua denen hür demokrasiye layık olduğumuzu göstermek ve vasiye ihtiyacımızın olmadığını ispat etmek için varlığımızı ittihatla, birlik ve beraberlik ile göstermek gerekir. Dini ve milli bir gayretle yola çıkanların öncelikli olarak kendi şahsî vicdanlarını milletin kalb ve akl-ı müştereki haline getirmeli ve bunu da göstermeleri gerekir. Ancak bu şekilde hürriyete layık olduğumuzu ispat edebiliriz.
Geçmişte karışıklığa sebebiyet veren bireylerdeki “meylü’l-ağalık” ve “fikr-i hodserâne” ve “enaniyet” hürriyet ve meşveretle demokrasinin gelişimine katkı sağlamalı ve “fikr-i icâda” “teşebbüs-ü şahsiyeye” ve “fikr-i hürriyete” ınkılab etmelidir.
Meylü’l-ağalık, üstünlük meyli demektir. Üstünlük baskı ve tahakkümle elde edilemez. Ancak hizmet şuuru ve gayreti ile olur. Bu da gurur ve enaniyeti terk ederek mütevaziyane hizmet etmeye, bu da hizmeti başkasından beklemek yerine şahsî teşebbüse dayanır. Kendi görüşünü beğenmek ve kendi başına buyruk hareket etmek anlamındaki “fikr-i hodserâne” fikr-i hürriyete ve fikr-i icâda dönüşmelidir. Kendi düşüncesine değer veren, bunu ancak başkalarının düşüncelerine değer vermekle anlamlı hale getirebilir. Benim düşünme ve ifade hürriyetim ancak başkalarının da benim gibi düşünme ve ifade hürriyeti ile bir değer kazanır. Öyle ise fikir hürriyetini kabul etmeyenin fikrine değer verilmesi imkânsızdır. Fikir üretme ancak fikir hürriyeti ile değer kazanır. Bu da iddia ile olmaz, “fikr-i icad” ile pratik hayatta görülmesi ve sonuçlarının ortaya konması ile dikkatleri çeker. Bütün bunların temeli ve çıkış noktası yine “teşebbüs-ü şahsiye” ile ispat-ı vücut etmektir.
Ülkemizde demokrasinin işlemesi meclisin çalışmasına bağlıdır. Bu da ehil olan mebusların ilmî esaslara göre kanun çıkarmaları ile mümkündür. Çalışmanın olması oradan çıkan gürültü ve sesten bilinir. Sessizlik tembellik ve çalışmama alametidir. Bu sebeple mecliste seslerin yükselmesi, gürültü ve patırtının olması meclisin sağlıklı çalıştığının alametidir. Ancak bu ahenkli bir gürültü olmalıdır. Bu da yine şahsî çalışma ve gayretlere ve “teşebbüs ruhuna” bağlı olarak gelişme kaydeder.
Dinimizin bize emrettiği en önemli hususlardan birisi “farz-ı ayn” olan emirlerdir. Her mü’min şahsî ibadetini yapmadan kurtulması mümkün değildir. Bu sebeple namaz, oruç gibi ibadetler şahsî; zekât ve hac gibi ibadetler vekâletle yapılabilen ibadetler, cenaze namazı gibi ibadetler de toplumsal ibadetlerdir ki, bir başkasının yapması ile herkes sorumluluktan kurtulur. Şahsî/bireysel teşebbüs ile yapılan ibadetler mü’minleri “teşebbüs-ü şahsiyeye” davet eder. Hatta Şafii mezhebine göre her mü’minin cemaatle dahi kılınan namazlarda imam arkasında Fatiha’yı okuması mezheben ve fıtraten “teşebbüs-ü şahsiyeye” ima ve teşviktir.
Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerimde “İnsana ancak çalışmasının karşılığı vardır” (Necm, 53:39.) buyurur. Bu ayet bireyi esas aldığı ve her insana hitap ettiği için açıkça “teşebbüs-ü şahsiyeye” teşvik etmektedir. (Age, s. 61.)
Ecdadımız nasıl ki dimağdan kalbe mecrâ açmakla, aklı kuvvete mezc edip, maarifi kılıçla birleştirerek şecaat-i maddiyede terakki etmişlerdi. Günümüzde ise kalbden fikre menfez açmalı, kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına göndermelidir. Bu zamanın cihadı manevi olduğu için kılıçları fen ve sanat ve tesanüd-ü hikmet-i Kur’âniye cevherinden yapmalıdır. (Age. s. 61.)
Bütün bu anlatılan hususlar Bediüzzaman’ın “Divan-ı Harb-i Örfî” ismini verdiği risalesinden “Hâtime” adını verdiği makaleden anladığım hususlardır. Bediüzzaman bundan bir asır evvel günümüze hitap ederek “Ferdî Girişimcilik” dersi vermektedir. Bediüzzaman’ın bu makaleyi yamasından yaklaşık yüz sene geçmiş olması bizim ne kadar tembel ve geri kalmış olduğumuzun da bir göstergesidir.
Çağdaş uygarlık seviyesine çıkmak için Bediüzzaman’a kulak vermekten başka yapılacak bir şey var mı?